51 Yıl Sonra Gerçekle Yüzleşmek

Yarım asırdır süren Kıbrıs meselesinde artık şekli değil, özü konuşmanın zamanı gelmiştir. Zira bizler, 51 hatta ve hatta 57 yıldır aynı masalarda, aynı başlıklarda, aynı temennilerle oyalanırken; sahadaki gerçekler sessiz ama kararlı bir dönüşüm geçirmiştir.

Bugün Kıbrıs Türk halkı için egemenlik, talep edilen bir statü değil; tarihsel bir hakikat, fiili bir durumdur. Ve bu hakikatin tanınıp tanınmaması, meşruiyetini ortadan kaldırmaz. Egemenlik, meşruiyetini başka aktörlerden değil, milletin bizatihi varlığından alır.

1974 Barış Harekâtı, sadece bir güvenlik hamlesi değil, Kıbrıs Türkü’nün onur ve varlık mücadelesinin miladıdır. Aradan geçen yarım asırda federasyon temelli tüm girişimler ya akamete uğramış ya da Rum tarafının maksimalist tutumları sebebiyle sabote edilmiştir. Bugün taraflar arasında birleşme iradesinden değil, fiilen iki ayrı sistemin, iki ayrı toplumun ve iki ayrı vizyonun varlığından söz ediyoruz.

Kıbrıs’ta çözümsüzlük değil; tanınmamış ama işleyen bir denge vardır. Bu dengeyi sürdüren idealizm değil, jeopolitik çıkar hesaplarıdır. Ve bu denge, artık şeklen değil, zihnen de kabullenilmiştir.

Geçtiğimiz haftalarda Güney Kıbrıs’ta yaptığımız temaslar, bu zihinsel dönüşümü gözler önüne sermiştir. Her yaştan Kıbrıslı Rum genciyle, kanaat önderiyle konuşma fırsatımız oldu. Ortaya çıkan tablo çok netti: Artık Güney halkının ezici bir bölümü birleşmeyi bir hedef olarak görmemekte. Genç kuşaklar bu meseleyi “geçmişin tartışması” olarak tanımlamaktadır. Ortak yaşam değil, karşılıklı tanıma ekseninde bir kabulleniş vuku bulmuştur. Rum toplumundan gelen yaygın mesaj şudur: “Onlar kendi devletinde yaşasın, biz de kendi devletimizde.” Bu, duygusal bir ayrışma değil; farklılıkları tanıyarak birlikte barış çevresinde yaşamanın, daha rasyonel ve gerçekçi bir yoludur. Zira Güney halkı, iki toplum arasındaki belirgin farkları çoğunlukla şu ifadelerle dile getiriyordu: “Kuzey ile Güney arasında mantalite, bakış açısı ve kültürel olarak çok büyük farklılıklar var; iki tarafın aynı yöne bakması neredeyse imkânsız görünüyor.”

Ancak buna karşın Rum liderliği halen merkeziyetçi bir federasyon modelinde ısrar etmektedir. Bu model, Kıbrıs Türk halkını azınlık statüsüne indirgemeye yönelik bir görüşün, şöylemin ve zihniyetin ürünüdür. Ne uluslararası hukukta, ne de halkların vicdanında bu dayatmanın yeri vardır.

Kıbrıs meselesi uzun süredir sadece Adada değil, bölgesel eksenler üzerinden de şekillenmektedir. Ankara’da verilen bir mesaj, Lefkoşa’da nasıl yankı buluyorsa; Tel Aviv, Vaşington ve Atina hattından gelen işaretler de masanın dinamiğini belirlemektedir. Geçtiğimiz günlerde, eski Cumhurbaşkanlarından Mehmet Ali Talat’ın da açıkladığı üzere; Rum lider Anastasiadis’in, 2017 Crans Montana görüşmeleri sırasında Netanyahu’dan gelen bir telefon üzerine masayı terk etmesi, bu denklemin ne denli dar ve dış müdahaleye açık hale geldiğinin çarpıcı bir göstergesidir.

Bu tablo karşısında, Kıbrıs Türk halkının egemenliğini korumaktan başka bir alternatifi kalmamıştır. Dahası, bu egemenliği tahkim edecek yeni stratejiler geliştirilmelidir. Avrupa Birliği ve Rum-Yunan bloğunun, 2004 yılında Annan Planı’na “evet” dememize rağmen Kıbrıslı Türkleri tümden dışlayarak Ada’yı uluslararası ve AB hukukunu çiğneyerek sözüm ona birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında birliğe alması, tarihe not düşülmesi ve uluslararası platformlarda vurgulanması gereken bir çifte standarttır. Bu çerçevede, Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgaz gibi ortak kaynaklar üzerindeki haklarımızı gerek siyasi, gerek hukuki, gerekse ekonomik yollarla savunmalı; fiili girişimlerden de kaçınılmamalıdır. Aynı şekilde, Güney Kıbrıs’taki taşınmazlar ve mülkiyet meselesinde de asla geri adım atılmamalı, sahip olunan varlıklar Rumlara devredilmemeli; gerektiğinde Kıbrıs Türk tarafı da Güney’den toprak ve mülk edinme yollarını kullanarak sahada mevcudiyetini güçlendirmelidir. 

Dahası, bu egemenliği tahkim edecek yeni stratejiler geliştirilmelidir. Bunlar arasında başta uluslararası tanıma için sivil diplomasi atakları, Afrika ve Asya eksenlerinde yeni temaslar, bilişim, teknoloji, enerji, turizm ve çevre diplomasisinde KKTC’nin etkinleştirilmesi yer almalıdır. Şu da göz ardı edilmemelidir: Eğer iki devletli çözüm modeli uluslararası mecralarda kabul görmezse, o takdirde Kıbrıs Türk halkının çıkarları doğrultusunda, Türkiye ile özerk yapı altında ortak bir yönetim modeli ya da tam bütünleşme gibi alternatif modeller de ciddi bir biçimde masaya getirilmelidir. Bu alternatiflerin tartışılması bile, iki devletli çözümün daha geniş kabul görmesini sağlayacak stratejik bir hamledir. Bunun yanında, Türkiye Cumhurbaşkanının iki devletli çözüme verdiği destek, uluslararası platformlarda daha güçlü ve istikrarlı bir şekilde vurgulanmalıdır. Ayrıca, yabancı devlet başkanları ve karar vericilere yönelik, Kıbrıs meselesini tarihsel, hukuki ve insani boyutlarıyla adil bir şekilde anlatan kapsamlı bilgilendirme kitapçıkları hazırlanmalı ve diplomatik temaslarda etkin biçimde kullanılmalıdır.

Dikkat ederseniz, KKTC’ye yönelik ilgi gerek ticari ve finansal gerekse de siyasi düzeyde her geçen gün artmaktadır. Mesele, bu ilgiyi stratejik bir vizyonla daha etkili ve sürdürülebilir biçimde değerlendirebilmektir. Ancak burada asıl dikkat edilmesi gereken husus; bugün KKTC’de bir dönem “çözümsüzlüğü yöneten” kimi odakların sessizliğe gömülmüş olmasıdır. Bu sessizlik tesadüf değildir. Gerçek, zamana yenilmez. Ve bazen suskunluk, en büyük kabuldür. Bu durum, artık Adada bazı şeylerin değişmeye başladığını açıkça ortaya koymaktadır.

Yakın dönemde yaşanan Fidias Panayiotu vakası ve içerideki kimi çevrelerin bu konudaki sessizliği, söz konusu suskunluğun bir başka yansımasıdır. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile yapılan bir röportajın Güney’de bu denli hedef haline getirilmesi, ifade hürriyetine yönelik tahammülsüzlüğün en net göstergesidir. Bu, aynı zamanda Batı’nın “evrensel değer” diye tanımladığı ilkelerin, konu Türk olunca nasıl askıya alındığını da gözler önüne sermektedir.

17 Temmuz’da düzenlenen BM çatısı altındaki 5+1 görüşmeleri ise eski formüllerin yeniymiş gibi sunulduğu bir diplomatik tekrardan ibarettir. Taraflar değil, pozisyonlar konuşmuştur. Bu formatın ömrü, gerçeklikten uzaklaştığı oranda tükenmektedir.

20 Temmuz 1974 ise bu bütün tablonun tarihsel temelidir. O gün, Türkiye sadece bir askeri harekât başlatmadı. O gün, Kıbrıs Türkü’nü yok sayan bir zihniyete “dur” dedi. O gün, sadece Ada tarihini değil, Akdeniz’in denklemini de değiştirdi. Bugün iki devletli çözüm vizyonunun dayandığı zemin, işte o günün dirayetidir. 

20 Temmuz’un anlamını bir kez daha vurgularken, Srebrenitsa Soykırımı’nın yıl dönümünü de derin bir teessürle anıyor; uluslararası toplumun zamanında sergilediği suskunluğun nelere mal olduğunu hatırlatmanın önemli olduğuna inanıyorum. 1974 öncesi Kıbrıs’ta Türk halkına yönelik saldırılar ile Bosna’da yaşanan insanlık dramı arasında, ne yazık ki çok sayıda tarihî paralellik mevcuttur.

Aynı şekilde, bugün hemen yanı başımızda, Gazze’de yaşanan trajedinin bir benzerinin Kıbrıs’ta yaşanmasına asla müsaade edilmemelidir. Geçmişte — özellikle de Mustafa Akıncı dönemi gibi zafiyetin ağır bastığı dönemlerde — yaşanan yaklaşımların tekrarlanmasına izin verilmemelidir.

Zira barış, ancak kararlı ve caydırıcı bir duruş üzerinde yükselirse kalıcı hâle gelir.

Bugün Kıbrıs’ta iki halk, iki sistem, iki siyasi irade vardır. Bu fiili durumun uluslararası statüye kavuşmasını sağlayacak model ise açıktır: Egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözüm veya bütünleşmedir.

Bu model:

  • Çatışma değil, istikrar üretir.
  • Tanınmama korkusu yerine, birlikte var olma zeminini kurgular.
  • Kıbrıs Türk halkını azınlık değil, bağımsız ve eşit bir aktör olarak konumlandırır.

Konuya taraf olan tüm bölgesel ve küresel aktörler artık bu gerçeği görmeli, Kıbrıs Türkü’nün meşru taleplerini muhatap almalıdır.

Artık mesele sadece tanınmak değil, haklılığı tescil etmektir. Gerçekle yüzleşmek, zayıflık değil; aklıselimdir.

Ve şunu unutmayalım: Egemenlik, teyide asla muhtaç değildir.

Picture of kcadasoy
kcadasoy

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

In Category

Lifestyle

Risus commodo viverra maecenas accumsan lacus vel facilisis.

Scroll to Top