Gazze’den Kıbrıs’a: Bölgedeki gerilim ve stratejik öncelikler

Gün geçmiyor ki Gazze’den gelen vahşet haberleriyle sarsılmayalım. Parçalanarak tanınmaz hâle gelen bebek cesetlerinin, feryat eden annelerin ve acısını kelimelere dökemeyen babaların görüntüleri her gün karşımıza çıkıyor. Küçücük çocuklar kameralar önünde gözyaşlarıyla dünyaya veya en azından İslam ülkelerine seslenerek, Gazze’deki soykırıma dur denilmesini istiyor. Yorgunluktan, ölmeyi dileyecek kadar bitkinler ve yaşadıkları dramın dayanılmaz bir hâle geldiğini söylüyorlar. Bu çocukların çoğu, ailelerinden birilerini, kimileriyse hem anne hem babalarını kaybetmiş olmanın acısını taşıyor. 2023 yılında 2 milyondan fazla nüfusa sahip Gazze’de, ekim ayından bu yana süren soykırım neticesinde en az 15 bini çocuk olmak üzere 40 binden fazla insan İsrail tarafından hunharca katledildi.

Batıʼnın Sessizliği 

Peki, dünyanın ve özellikle Batıʼnın bu soykırıma tepkisi ne oldu? Genel olarak dünya halklarının, hatta İsrail halkının bile bu soykırıma tepkili olduğunu gözlemlesek de, bu durumun karar mercilerine pek tesir etmediği ortada. Doğru düzgün kınama mesajlarının bile gelmemesi bir yana, sosyal medyada Gazzeli yavruların ölümleriyle ilgili “Küçük teröristler öldürüldü” diye sevinçle paylaşım yapan ne yazık ki büyük çoğunluğu Batılı veya müttefiki olan siyasetçiler, bakanlar, akademisyenler ve öğretim üyelerine tanıklık ettik. Ayrıca, Filistin lehine yapılan gösterilere tahammül edemeyen, İsrail’e destek vermeyenlere vatandaşlık hakkı tanımayan ve turistlere vize verilmeyen, kamuya açık alanlarda gururla İsrail bayrağını dalgalandıran Batılı devletler gördük.

Güney Afrika’nın Adalet Arayışı ve Uluslararası Tepkiler

Ne var ki, Güney Afrika Cumhuriyeti, Uluslararası Adalet Divanı’nda (ICJ) İsrail’e karşı bir soykırım davası açtı. Bu davaya İspanya, İrlanda, Belçika, Mısır, Meksika, Kolombiya, Nikaragua, Libya, Maldivler, Şili ve Küba gibi ülkeler de müdahil oldu. Son olarak Türkiye de bu davaya dahil oldu. ICJ, en son İsrail’in Gazze’deki saldırılarını derhal durdurmasına hükmetti; ancak buna rağmen katliam durmadı. Aynı zamanda, İspanya, İrlanda, Ermenistan ve Norveç gibi devletler Filistin devletini resmen tanıdı. Fakat bu adımlar da saldırıların durmasına hiçbir etkide bulunmadı. Hatta öyle ki, İsrail Başbakanı ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmada ayakta alkışlandı. Onu ayakta alkışlayanlar arasında sosyal medya platformu X’in sahibi Elon Musk’un da olduğunu belirtmek önemlidir. Bu durum, dünyanın ne noktaya geldiğini göstermek açısından kayda değerdir. Bunun anlamını ve ilgili yorumu sizlere bırakıyorum.

Bölgedeki Gerilim: Suikastlar ve Savaş Tehditleri

Son haftalarda bölgedeki gerilim iyice tırmandı ve oldukça sıcak gelişmeler yaşandı. Bunların en önemlileri, Hamas lideri İsmail Haniye’nin yeni İran Cumhurbaşkanı’nın yemin töreni için geldiği Tahran’da bir suikast sonucu öldürülmesi ve Hizbullah’ın üst düzey yetkililerinden önemli bir ismin de bir operasyonun ardından Lübnan’da hayatını kaybetmesidir. Beklendiği üzere, gerek İran, gerekse Hamas ve Hizbullah, misilleme ya da daha doğrusu bir saldırı sözü vererek İsrail’e büyük bir darbe vuracaklarını belirtti. Bunun üzerine İsrail’de kırmızı alarm verildi, halka sığınma barınaklarını hazır tutmaları yönünde açıklamalar yapıldı ve beş koldan gelecek bir saldırıya karşı hazırlık yapıldığı ifade edildi. Ancak tüm bu tehditlere rağmen, özellikle İran bugüne kadar herhangi bir adım atmış değil. Bu arada ABD, Doğu Akdeniz’e savaş gemilerini göndererek sosyal medya platformlarında İran’a uyarı niteliğinde paylaşımlarda bulundu. Bazı uzmanlar tarafından İran’ın bu zamana kadar beklemesinin yanlış olduğu ve bundan sonra bir adım atamayacağı görüşü öne sürülüyor.  

Yaşı yetenler bilir ki, İran geçmişte İsrail’e karşı hep bu tarz açıklamalarda bulunmuş fakat ciddi bir hareket sergilememiştir. Bunu en son aylar önce İsrail’e yapılan sembolik (S)İHA saldırılarında da gördük; bu saldırılar hiçbir etki yaratmadan İsrail’in soykırımını Batı’nın gözünde maalesef daha da meşrulaştırmıştı. Aynı şekilde, Kasım Süleymani’nin 2020 yılında öldürülmesinin ardından verilen intikam sözlerine rağmen İran’ın bugüne kadar herhangi bir adım atmadığını da hatırlayalım. Dolayısıyla, ideolojik bir devlet yapısına sahip olan İran’ın gerçekten bir saldırıda bulunup bulunmayacağı bu saatten sonra büyük bir soru işaretidir. 

İsrail’in Bölgedeki Saldırıları: Siyasi ve İdeolojik Amaçlar

Şimdi en önemli noktalardan birine, jeostratejik değerlendirmeye, gelelim. İsrail, son aylarda sadece suikastlar ve soykırım yapmakla kalmıyor, aynı zamanda Lübnan, Suriye ve Yemen’de de sivil yerleşim yerlerine yoğun saldırılar düzenliyor. Bu durum, İsrail’in bölgede neden terör estirdiğinin daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. Üstelik, geçtiğimiz günlerde bir İsrailli şarkıcının yaptığı açıklamalar da bu duruma ışık tutuyor. Şarkıcıya göre, İsrail’in Türkiye başta olmak üzere bölgedeki tüm “Düşman ülkeleri” atom bombalarıyla yerle bir etmesi gerekiyor ve bu, kutsal kitapların bir emriymiş. Buradan çıkan anlamsa saldırıların Arz-ı Mev’ud kurulana, yani Vadedilen Topraklar tesis edilene kadar devam etmesidir. Benzer bir söylemi yıllar önce Binyamin Netanyahu da dile getirmişti. Tablo bu kadar net ortadayken, bu saatten sonra kimse dünya istihbaratında en güçlü ülkelerden biri olan İsrail’in, ekim ayındaki Hamas saldırısını öngöremediğini iddia edecek değildir. 

Türkiye ve Kıbrıs: Tehdit Altında Bir Gelecek

Millet olarak bizi ilgilendiren en önemli mesele, bu insanlık trajedisinin durmasının yanı sıra, kendi topraklarımızın bütünlüğünü korumaktır. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın da geçmişte belirttiği gibi, nihai hedef er ya da geç Türkiye ve Kıbrıs olacaktır. Yıllardır, İsrail ve ABD desteğiyle Türkiye sınırında bir “Teröristan” kurulması için her türlü maddi destek ve silah yardımı yapılmıştır. Bu bağlamda, Binyamin Netanyahu ve çevresi, burada bir terör devleti kurulmasına ve Türkiye’nin bölünmesine destek veren açıklamalarda bulunmuştu. Kerkük ve Kuzey Irak’taki Türkmenlerle ilgili son can sıkıcı gelişmeleri de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Diğer yandan, KKTC’yi de büyük bir tehlike beklemektedir. Geçen yıl, İsrail asıllı kişilerin özellikle İskele bölgesinde sistematik bir şekilde toprak ve mülk edindikleri konusunda birçok basın yayın organında haberler yer aldı ve nihayetinde bu senenin mayıs ayında konuyla ilgili yeni ve kapsamlı bir kanun çıkarıldı.  Fakat bu adım tek başına yeterli değildir. Zira Kıbrıs, sadece Arz-ı Mev’ud sınırları içinde yer almakla kalmıyor, aynı zamanda özellikle Mizrahi Yahudileri tarafından Siyonizm’in ana vatanı olarak kabul ediliyor. Üstelik tarihte olduğu gibi bugün de öyle. Bu konuda internette kısa bir araştırma yapmak yeterli olacaktır. KKTC’yi bekleyen bir başka tehlike de Güney’in ABD donanması, diğer Batılı devletler ve İsrail’in Ada’yı savunma amacıyla kullanmasına izin vermesidir. Bu durum, Ada’yı savaşa dahil etmek anlamına gelmektedir. Hizbullah’ın “Kıbrıs, ABD’ye teslim oldu” yönündeki açıklaması, Güney’in Türkiye’ye karşı elini güçlendirmeye çalışarak birilerine yaranma pahasına Ada‘yı ateşe attığını göstermektedir.

Gazze’nin Ötesinde: Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkının Sorumluluğu

Peki bu durumda “Bize ne Gazze’den?” diyebilir miyiz? Türk milleti ve Kıbrıs Türk halkı olarak Gazze’de yaşanan trajediye sessiz kalırsak, orada bebeklerle birlikte sadece insanlığın ölmesine sessiz kalmış olmayız. Aynı zamanda, er ya da geç oklar bize doğrulduğunda kimseden destek isteyecek hakkımız da olmaz. Bu özellikle Filistin üzerinde tarihi sorumluluğu olan Türkiye için geçerlidir.

Türkiye’nin İsrail’e Müdahale Olasılığı

İşte tam da bu nedenle, Türkiye Cumhurbaşkanı iki hafta önce Rize’de yaptığı bir konuşmada, “Türkiye’nin Dağlık Karabağ ve Libya’da olduğu gibi İsrail’e girebileceği” sinyalini verdi ki bu açıklama, İsrail tarafından çok sert bir şekilde karşılandı. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “akıbetinin böyle bir durumda Saddam Hüseyin gibi olacağı” ima edildi ve NATO’ya çağrıda bulunarak Türkiye’nin buradan “atılmasını” talep ettikleri ifade edildi.

Psikolojik Bir Gözdağı mı?

Tabii Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bu açıklaması, şu aşamada daha çok bir psikolojik gözdağı ve diğer devletlerin nezdinde bir temayül yoklaması olarak algılanmalıdır. Türkiye’nin mevcut ekonomik kriz ve bölgesel siyasi konjonktür içinde böyle bir adımı tek başına atması mümkün görünmemektedir. Ayrıca, Türkiye’nin güçlü bir hava savunma sistemi olmaması ve İsrail’in atom bombalarına sahip olması, bu tür bir adımı zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, geçen hafta Türkiye’de yerli bir demir kubbenin kurulmasına karar verilmiştir. Yine bu nedenle İsrail’in herhangi bir saldırıda bulunamadan, dört bir yandan düzenlenen güçlü bir operasyonla durdurulabileceği öngörülmektedir. Bunun için, Türkiye’deki NATO üsleri ve beşinci kol faaliyetlerinin durdurulması da gerekmektedir. Ancak Türkiye’nin NATO üyesi olması büyük bir avantajdır, çünkü paktın 5. maddesi uyarınca herhangi bir saldırıda diğer üye ülkeler Türkiye’ye destek vermek zorundadır.

Uluslararası Destek ve Diplomasinin Rolü

Bu vesileyle, Türkiye’nin olası bir operasyon için bölgede birlikte hareket edebileceği ülkeleri bulup bulamayacağı sorusuna değinelim. Bu soruya şu an net bir cevabın verilemeyeceğini belirtmek gerekir. Ancak Türkiye Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı, son haftalarda bu bağlamda özellikle İslam ülkeleriyle yoğun bir diplomasi trafiği yürütmektedir. Önümüzdeki haftalarda bu konudaki gelişmeleri hep birlikte takip edeceğiz ve bu çabaların bir sonuca varıp varmadığını göreceğiz. Ancak şunu peşinen ifade edelim ki, Birleşik Krallık’ın sömürge döneminin sonunda kimi Körfez ülkelerinin başına getirdiği kraliyet ailelerinden pek bir beklenti içine girilmemelidir.

KKTC’de Deniz Üssü ve Askeri Tersane İhtiyacı

Son yıllarda özellikle Fransız savaş gemilerinin Güney’e demir attığı dönemlerde kamuoyu, güvenlik uzmanları ve bizler tarafından sıkça dile getirilen talebi burada tekraren vurgulamak gerekmektedir: Türkiye, vakit kaybetmeden KKTC’ye bir deniz üssü ve askeri tersane inşa etmelidir. Bunun yanında, doğal gaz rezervlerinin aranması başta olmak üzere Mavi Vatan’ı koruyacak her türlü adımı, özellikle MEB antlaşmalarını ilgili ülkelerle imzalayarak atmalıdır. Böylece, Doğu Akdeniz’e yabancı savaş gemilerinin girmesi de engellenmiş olacaktır. Bu adımlar, savaş çemberi içinde kalan ve Güney’in attığı adımla savaşa dahil olma noktasına gelen Ada’yı doğrudan olumlu yönde etkileyecektir.

İç Kamuoyuna Bir Mesaj

Yazıyı bitirmeden ve yeri gelmişken iç kamuoyuna dönük olarak şunu belirtmek isterim: Bölgemizde yaşanan soykırıma ve İsrail’in yayılmacı politikasına karşı üç maymunu oynayan Batı’dan hâlâ Kıbrıs meselesi hakkında medet uman varsa, artık gerçekleri kabul etmelidir. Söz konusu olan ülkenin, halkın ve evlatlarının beka meselesidir. “Kötü günler geride kaldı” ve “Dünya artık değişti” diyerek olguları geçiştirenler ve yeniden birleşmeyi talep edenler, aslında tarihin tekerrür ettiğini ya görmüyor ya da bilerek algı yapıyor. Oysa ki, Bosna’da 30 yıl önce ne olduysa, bugün Gazze’de farklı sebeplerle aynı tür olaylar yaşanıyor. Böylelikle, üstelik adamızın bugün de çok önemli stratejik bir konuma sahip olduğu göz önünde bulundurulduğunda, 1963 ve 2004 yıllarındaki olaylar ve sonuçları asla unutulmamalıdır.

*****

Çocukların ağladığı bir dünyada kahkahalar ancak zalim olur.

Kağıttan Hayatlar

Kıbrıs Postası

Picture of Kaan
Kaan

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

In Category

Lifestyle

Risus commodo viverra maecenas accumsan lacus vel facilisis.

Scroll to Top