Gerçekleri konuşalım!

Değerli okurlar, bugünkü yazımda esasen güzel şeylerden bahsetmek istiyordum. Çünkü şu an en çok ihtiyacımız olan şey budur. Malumunuz geçtiğimiz aylarda ülke elektrikten maliyeye kadar birçok alanda can çekişmiş ve hâlihazırda bazı alanlarda da çekişmeye devam etmektedir. Fakat ülkemizdeki iki marjinal grubun giderek artan dengesizliklerine değinmekten bugün güzel şeylere maalesef vakit ayıramayacağım. Öyle ki ülkede herkes patlamaya hazır hale gelmişken birileri bu durum üzerinden bile prim yapmaya, acemi veya kendi menfaatini gözeten kimi yöneticilerin ürünü olan toplumsal gerginliği daha da tırmandırmaya çalışmaktadır. Bununla ne amaçladıkları bellidir. Şunu en baştan ifade etmek isterim ki bu kışkırtıcı eylemler esasen ve alenen bir suçtur.

Gelin önce bugünkü köşeme konu olan ilk gruba kaderin son haftalarda oynadığı oyunla başlayalım. Tahmin edebileceğiniz üzere bu grup “İşgalci Türkiye defol” diyenlerdir. Ne ilginçtir ki “Türkiye bizi ilhak edecek” ve “Biz Türkiye’yi istemeyiz” diyenler; Türkiye’den jeneratörlerin getirilmesini en çok isteyen, geldikten sonra da bu duruma en çok sevinen ama aynı zamanda Türkiye’ye karşı nankörlüklerini devam ettiren kişilerdir. Her ne kadar bu gerçeği kabullenmek istemeseler de bu kişilerin beğenmedikleri ülkeye sonunda alenen muhtaç olmaları kaderin bir cilvesi diye düşünüyorum. Bu bağlamda şunu da belirtmek gerekir ki bunların çoğu zaman öne sürdüğü gibi Türkiye siyasetimize müdahale etmek isteseydi veya geçmişte bizi ilhak etmeye kalksaydı bu en çok bizim işimize gelirdi. Zira ülkemiz en azından bugünkü duruma düşmez ve insanlarımız asla böyle çetrefilli bir yaşama mahkûm olmazdı. Ama ülkenin geldiği son noktadan anlaşılacağı üzere böyle bir şeyin – evet birileri bunları duymak istemese de acı gerçek budur – söz konusu olmadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti bizlere ülkemizdeki bazı değerbilmezlere ve anavatanımızın güvenliğini tehlikeye atmaya yeltenen ortaklarına rağmen insaflı davrandı ve geçen hafta KKTC’ye beklenen jeneratörleri gönderdi. Batılı bir devlet olsa mevcut şartlar altında ve bunca insafsızlığa rağmen bu iyiliği bize asla yapmazdı. AB dairesinde müdürlük görevi yapmış birisi olarak bunu size temin edebilirim. Aslında bu ilk grup hakkında söylenecek çok fazla şey var ama bunlara söylenen her kelime israftır, o nedenle onlarla ilgili kısmı burada bitirmek istiyorum.

O halde gelelim ikinci ve kamuoyunu daha etkili bir şekilde yönlendiren gruba, yani yukarıda sözü geçen ilk grubun medyaya sızmış elemanlarına. Bu grubun içinde özellikle öyle birisi var ki tek marifeti sosyal medya hesaplarından sabah akşam KKTC’de olup bitenler hakkında “#fail”, “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” veya “Adalet istiyoruz” gibi şeyler yazması ve hiçbir esaslı gerekçe gösteremeden federal çözümü körü körüne savunmasıdır. Bu zat son haftalarda ülkenin içinde bulunduğu durumu fırsat bilip pişkinliğinin dozunu arttırarak o kadar ileriye gitmiştir ki ülkemizi defalarca alenen aşağılamaya kalkışmış ve aynı zamanda da Güney’in cumhurbaşkanını öve öve bitirememiştir. Hatta ve hatta bazen kışkırtıcı tavırlar sergilemiş, toplum içerisindeki kin ve öfkeyi körüklemeyi denemiştir. Bu da bir suç teşkil etmektedir! Hepimiz ülkenin içinde bulunduğu durumun içler acısı olduğunu biliyoruz, zaten bunu kimse (buna sebep olan siyasetçiler dâhil) inkâr etmiyor. Ancak bu duruma sebep olan kifayetsiz yöneticilerin vermiş olduğu yanlış kararları millete hele hele devlete fatura olarak kesmek ve öz vatanını hedef göstermek kusura bakmayın düpedüz alçaklıktır.

Bunun gibi sözde gazetecilerin tek amacı başvurdukları yöntemlerle toplumu kutuplaştırmak, ilkesizce habercilik daha doğrusu oturduğu yerden siyaset yapmak ve dezenformasyonla hem kolayca para kazanmak hem de Kıbrıs Türk toplumunu itibarsızlaştırmaktır. Ne yazık ki ülkenin içinde bulunduğu durum en çok bunların ve hükümeti denetlemeyen veya denetlemeyi aslında pek de istemeyen, bunlarla aynı cibilliyette olan muhalefetin içindeki siyasi ortaklarının işine yarıyor. Muhalefetin içindeki bazılarının orada burada atıp tuttuğuna bakmayın, onlar halinden oldukça memnun. Çalışmaya zaten pek niyetli değiller, son gelişmeler sayesinde de oturdukları yerden bedavaya itibar ve para kazanıyorlar. Bunların hepsinin ortak özelliği veya tek yaptıkları lafla peynir gemisi yürütmektir, başka hiçbir şey değil.

Şimdi özellikle gazeteci görünümlü monşerin hakkında söylediklerimi gerçekçi bulmayanlar olabilir. O nedenle bu kişilere buradan peşinen ve samimiyetle bir soru sormak istiyorum: Siz acaba bir gün bu sözde gazetecinin toplumca yaşadığımız herhangi bir sorun için ayağı yere basan bir çözüm önerisinde bulunduğunu veya ülkemizin geleceği ve refahı için hakiki bir mücadele verdiğini gördünüz mü? Doğrusu merak ediyorum, madem ülkemizdeki mevcut durum bu kişiyi halkımız veya en azından benim kadar rahatsız ediyorsa, neden etrafındakileri de yanına alıp siyasete girmiyor ve ülkeyi güzelleştirmeye çabalamıyor? Çünkü bunların dertleri farklı. İnanın bunlardan bu ülkeye hayır gelmez. O nedenle adını ne koyarsanız koyun ama bu kişinin yaptığı samimi bir hak arayışı hele hele gazetecilik hiç değildir. Çok beğendiği Batı’da bunun gibi klavye arkasına saklanan ve aklına geleni yazanlara veya halk arasında öfkeyi körükleyenlere gazeteci değil İngilizce tabirle “cyber gangster” denilir. Böylelerini orada ciddiye bile almazlar, gazeteci sıfatını asla vermez veya en azından yakıştırmazlar. Herhalde bu sebepledir ki bu zat, birçoğunuzun malumu olduğu üzere bir ara gittiği yurtdışında tutunmayı başaramamış ve öve öve bitiremediği Batı’dan adaya hıçkıra hıçkıra dönmek zorunda kalmıştır. Ama belli ki bu kişi bugüne kadar kendi “fail”inden zerre kadar ders çıkarmamıştır. Geçenlerde rastladığım bir fıkra bu kişiyi o kadar güzel tarif ediyor ki, o nedenle sizinle paylaşarak onun hakkındaki yorumlarımı da tamamlamak istiyorum: 

Kızın babası:

“Ee, damat bey oğlumuzun işi nedir?”

Damadın babası:

“Facebook’da 56.034 kişilik sayfası var!”

Kızın babası:

“O nasıl bir iştir?”

Evin ufak çocuğu atlar:

“Baba 56.034 kişiyi yönetiyor, sorunlarıyla ilgileniyor, paylaşımlar yapıyor…”

Kızın babası:

 “Siz şuna müdür desenize! Verdim gitti”

Gelelim ikinci grup içindeki (en azından) daha masumane görünen gazetecilere. Yukarıdaki zatla bunların ortak özelliği gazetecilik yap(a)madan paralarını kolayca kazanmaları ve halkı istedikleri gibi aldatmalarıdır. Öyle ki, bir gazetecinin yazdığı en azından biraz tutarlı olmalıdır. Hadi bazı gazetecilerin arada uydurma şeyler yazdığını hepimiz biliyoruz ve belki bu nedenle de bazen okuduklarımıza şaşırmıyoruz. Fakat son zamanlarda öyle gazetecilere rastladım ki bunlara şaşırmamak imkânsız. İnanın bunlar yazılarında o kadar büyük atıp tutuyorlar ki kendim durumlara bizzat şahit veya meselelere vâkıf olmasam yazdıklarına gerçekten inanacağım. Mesela geçenlerde birkaçı, son açıklanan enflasyon oranları üzerinden KKTC’yle Batı Avrupa ülkelerini kıyaslamış ve buradan farklı sonuçlar çıkarmış. Kıyaslamaları görmeniz lazım, gerçeklerden o kadar uzaklar ki acaba böyle bir yazıyı hazırlamak veya gerçeği manipüle etmek için ne kadar uğraştılar merak ediyorum doğrusu.

Değerli okurlar, bilmiyorum hatırlıyor musunuz, ilk yazılarımın birinde ben de KKTC ve Almanya’da yaşayan arkadaşlarımın hayat standartlarını karşılaştırarak iki ülkedeki hayat pahalılığını kıyaslamıştım. Ve orada hayatın hem Batı’da hem de KKTC’de pahalı olduğunu vurgulamış aynı zamanda verdiğim örneklerle de yaşam standardının her şeye rağmen Kıbrıs’ta daha yüksek olduğunu saptamıştım. Tabii geçen zaman zarfında Avrupa ve KKTC’de yüksek olan enflasyon maalesef daha da yükselmiştir. Ve evet doğrudur, enflasyon oranları Avrupa’da yüzde 10’u geçmezken bu oran KKTC’de maalesef yüzde 100’ü aşmaktadır. Fakat ekonomi kuralları gereği iki veya daha fazla ülkenin enflasyon oranlarını kıyaslayarak genel tablo hakkında sonuçlar çıkartmak yanlıştır. Zira böyle bir değerlendirmenin gerçekçi olması için yukarıda sözü gecen makalemde olduğu gibi enflasyon dışında birçok faktör gözetilmelidir. Mesela enflasyon öncesi yaşam standartları nasıldı, asgari ücret kaç avro/sterlin/TL idi veya insanların ortalama sermayesi ne kadardı gibi sorular yanıtlanmalı ama aynı şekilde KKTC’nin bir ada devleti olduğu (çünkü ada devletlerinde yaşam kara devletlerine kıyasla genellikle daha pahalıdır) ve ambargolara maruz kaldığı da bu bağlamda göz arda edilmemelidir.

Bu soruların cevaplarını işin içine kattığımızda tablo elbette çok değişiyor. Mesela bu yazıları hazırlayan gazeteciler niçin küresel kriz öncesi KKTC’ye kıyasla Batı Avrupa’da yaşamını sürdüren çoğu insanın yaşadığı ülkede kendi taşınmazı olmadığını, senede ortalama sadece bir kez tatile gidebildiğini ve maaşının oldukça düşük olduğunu (bunu belgeleyen birçok istatistik bulmak mümkündür) ifade etmedi? Neden krize rağmen yurtdışında maaşların ciddi bir yükselme göstermediğini ve asgari ücrette bir revizyona gidilmediğini yazmadı? Bakınız, Batı’da son zamanlarda her şey pahalılaştığı için insanlar kiralarını ödeyemez hale gelmiş ve birçoğu da taşınmak zorunda kalmıştır. Bunun birçok örneğine bizzat şahidim. Ayrıca son zamanlarda birçok insan temel ihtiyaçlarını giderebilmek için aş evlerine muhtaç olmuştur. Öyle ki, pandemi ve akabindeki küresel ekonomik kriz sebebiyle artan enflasyon oranlarının öncesinde Batı’da hayat epeyce zordu, şimdi daha da zorlaştı. Dolayısıyla birilerinin ifade ettiği gibi hayat orada güllük gülistanlık değildir.

Evet, durum ülkemizde de pek farklı değildir ve tüm yazdıklarım ülkemizin içinde olduğu durumu temize çıkarmamaktadır. Kimsenin böyle bir iddiası da zaten yoktur. Hatta ekonomi ve altyapı başta olmak üzere ülke tarihin en kötü günlerini yaşamaktadır. Ama bunların yazılarında sadece enflasyon kıyaslamasından yola çıkarak “Bak federal çözüm olduğunda her şey birden değişecek ve güzel olacak” sonucuna varmaları veya bunu ima etmeleri yanlıştır. Daha sert bir üslupla ifade edecek olursak, bunların yaptıkları art niyetli bir yaklaşım ve düpedüz bir algı operasyonudur. Çizdikleri tablo gerçeği yansıtmamaktadır. Hoş, federal bir çözümde enflasyon gibi veriler meşgul olacağımız en son derdimiz olurdu. Çünkü o saatten sonra kimse bize su bile vermeyecektir. Şunu çok iyi anlamamız lazım, bugün ülke olarak içinde bulunduğumuz zor durum sadece ama sadece kendi menfaatini gözeten ve devleti güzel yönetme iddiasında bulunmayan şahısların eseridir. Bu durumun ne bir devlet kurumuyla ne de federal çözümle uzaktan yakından alakası yoktur. Tüm ülkeler (Batıdakiler dâhil ki Avrupa, Ukrayna savaşının yol açtığı enerji krizi sebebiyle bu kışı ağır geçirecektir) geçirdikleri büyük bir sıkıntıda bunların önerdiği gibi egemenliğinden vazgeçseydi bugün dünya iki üç devletten ibaret olurdu. Onların da kimler tarafından yönetileceği bellidir. Buradan yola çıkarak bu kişilerin kimlere hizmet ettiğini anlamak da zor olmasa gerek.

Biliyorum ki bu yazdıklarım birilerinin hoşuna gitmeyecek ama gerçekleri konuşmak her vicdanlı insanın boynunun borcudur. Tabii bazılarının hayatı yalan ve kolayca para kazanmak üzerine kurulu olduğu için bunu anlamalarını elbette beklemiyorum. Onlar bilerek veya bilmeyerek yalan yanlış şeyleri yazmaya devam edecektir. İşin tuhaf tarafı bu gibi kişilerin Batıdaki uygulamaların hakikaten bir benzeri olan (ki ben AB’deki görevim süresince benzerlerini hazırladığım için bunu teyit edebilirim) son mali protokole ilhak protokolü demesidir. Bu olgulardan yola çıkarak bunların (yazdıklarımıza şüpheyle yaklaşan varsa) ne kadar masum olduğu sorusunun cevabını sizlere bırakıyorum. Ama birilerine gün doğdu. Zira hayatında bir kez olsun Batılı bir ülkeyi ziyaret bile etmemiş veya orada yaşamamış Rum ve körkütük Batı sevdalıları son mali protokolle sonunda gerçek Batılı hayatı ve uygulamalarını öğrenmiş oldu, hayırlı olsun.

Kıbrıs Postası

Picture of Kaan
Kaan

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

In Category

Lifestyle

Risus commodo viverra maecenas accumsan lacus vel facilisis.

Scroll to Top