Değerli okurlar, bugünkü yazımda geçtiğimiz hafta Avrupa Birliği’nden gelen ibretlik bir açıklamayı kısaca değerlendirmek istiyorum. Takip ettiğiniz üzere Avrupa Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola, Doğu Akdeniz ile ilgili bir açıklama yaparak Kıbrıslı Türklerin geleceğinin Avrupa Birliği’nde olduğunu, Kıbrıs adası açıklarında yeni keşfedilen doğal gaz yatağının da birliğe umut verdiğini ifade etti. Esasen bu kısa cümle bile Brüksel’in Kıbrıs sorununa hangi gözle baktığını ve Kıbrıs Türklerinin toplum olarak Avrupa Birliği nezdinde hiçbir değeri olmadığını açıkça göstermektedir; tabii gerçekleri görebilenlere.
Sevgili okurlar, ülkemizde tek marifeti algı operasyonlarıyla gerçekleri çarpıtmak olan ve makalelerimizle zaman zaman konumumuz itibarıyla alay eden malum çevrelere rağmen onlarca kez Rum zihniyetinin son yarım asırda milim değişmediğini, Kıbrıs Türk toplumunun Avrupa Birliği çatısı altında hayal ettiği refahı ve özgürlüğü bulamayacağını anlattım, bundan sonra da anlatmaya devam edeceğim. Nitekim Metsola’nın son açıklamaları ne kadar haklı olduğumuzu bir kez daha ispatlamıştır. Bugüne kadar Kıbrıslı Türklerin esamesini bile okumayan, çektiği çileleri görmek istemeyen ve dertlerini dinleme tenezzülünde dahi bulunmayan Brüksel nasıl olduysa tam da şimdi; Avrupa Birliği enerji sorunuyla son yarım asrın en büyük krizine doğru sürüklenirken, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz rezervleri vesilesiyle Kıbrıs Türklerini düşünür oldu. Metsola’nın açıklamalarını dikkatlice okursanız bunların bırakın Kıbrıs Türk toplumunu düşünmeyi, bizleri bir çuval incir gibi oradan oraya taşıyabileceklerine inandıklarını göreceksiniz.
Vay zavallılar vay! Bunlara sormak lazım, adadaki kaç Kıbrıslı Türk kendini Avrupa Birliği içinde görüyor veya görmek istiyor? Bunlar bunu acaba biliyor mu veya araştırdı mı? Elbette ki hayır. Çünkü açıkçası pek de umurlarında değil. Zira Avrupa Birliği ve ona üye olan ülkeler tarihin her döneminde olduğu gibi halen herkesi istedikleri gibi yönetebileceklerini zannediyor. Hâlbuki Ukrayna’daki savaş onlara artık bu güce sahip olmadıklarını gösterdi.
Hâl böyleyken ülkemizde sürekli Avrupa Birliği güzellemesi yapan malum çevrelere şu soruyu sormak istiyorum: Kıbrıslı Türklerin ne istediğini bilmeyen ve bunu araştırma gereği dahi duymayan, zamanında “Kıbrıs Cumhuriyeti” Anayasası’na ve Kopenhag Kriterlerine aykırı olmasına ve Rumların kendi lehlerine olan Annan Planı’nı reddetmesine rağmen Güney Kıbrıs’ı adanın sözde tek sahibi olarak kendi aralarına alan ama aynı zamanda geçtiğimiz yüzyılın ortalarında adadaki Türklere uygulanan soykırım teşebbüslerini görmezden gelen, ambargolar vasıtasıyla Kıbrıs Türk Toplumunu yok sayan ve kuzeydeki insanların hayatını her vesileyle çıkmaza sokan Avrupa Birliği sizce bizlere ne kadar müreffeh bir gelecek vadedebilir?
Buradan bir de özellikle Avrupa’yı henüz görmemiş veya orada yaşamamış olan genç kardeşlerime seslenmek istiyorum: Gençler, sanmayın ki Avrupa Birliği ülkeleri birilerin çarpıttığı gibi kollarını açmış sizi bekliyor. Onların tek derdi kendi sorunlarına hızlıca çare bulmaktır. Avrupa’nın tarihini araştıranlar veya Avrupa’da en azından bir dönem yasamış olanlar bunların kendi refahları ve çıkarları için yapamayacakları bir şeyin olmadığını, hatta bu yolda gerekirse toplumları dahi harcayacaklarını göreceklerdir. Bunu anlamak için Avrupa Birliği’nde son yıllardır yükselen yabancı düşmanlığına, bunun iş hayatında olduğu gibi birçok alanda da beraberinde getirdiği fırsat eşitsizliğine ve asimilasyon politikalarına veya son yirmi yılda bölgemizde cereyan eden tüm gelişmelere dikkatlice bakmak yeterli olacaktır. Hatta bunun için sadece Avrupa Birliği’nin, Batı Trakya’daki soydaşlarımıza gayri hukuki ve ahlaki olarak yapılan baskılara sessiz kalmasına veya nihayetinde Metsola’nın son açıklamalarına bakmak da kâfi olacaktır.
Gençler, üzgünüm ama tüm bu örneklerden yola çıkarak ülkemizdeki sol kesimin Avrupa Birliği çatısı altında olası bir federal çözümle sizlere vadettiği fırsat eşitliği, özgürlük, refah ve güzel bir gelecek sadece bir göz boyama ve bir hayal ürünüdür. O nedenle bizim, ne Avrupa Birliği’ne ne de onların şımarık evlatları olarak gördüğüm Rumlara itibar etmeden kendi göbeğimizi kendimiz kesmemiz gerekiyor.
Aslında önemli olan Avrupa Birliği’ne üye olmak değil, sadece onun standardını yakalamak ve Batı’nın maalesef sadece kendi insanına işleyen demokratik sistemini ülkemizde hayata geçirmektir. Bu toplum son elli yılda birçok alanda bir şeyi istediğinde başaracağını dünyaya kanıtladığı gibi, bundan sonra da vites yükselterek iç siyasette yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen ülke idaresinde de bunu ispatlayacağına inanıyorum. Unutmayalım ki eğer müreffeh bir gelecek arıyorsak bundan başka bir çaremiz de zaten yoktur. O yüzden ya olacağız ya da olacağız!
İki hafta sonra özellikle genç kardeşlerimi ilgilendiren önemli bir konuyla karşınızda olacağım. O zamana dek sağlıcakla kalın!