Özgürlük.

Değerli okurlar, aslında ülkede konuşulması, tartışılması ve kamuoyunun dikkatinin çekilmesi gereken birçok konu varken; sanki yıl 2025 değilmiş gibi inanın ülkece ve halkça gereksiz konularla meşgul oluyoruz.

Mesela Avrupa Birliği, Orta Asya Türk devletlerine on milyar avroyu aşkın bir yatırım yaparak, jeostratejik ve yeraltı kaynakları açısından zengin bu bölgede Rusya’ya karşı etkisini artırmaya ve stratejik bir hamleyle Türk Devletleri Teşkilatı’nın etkisini zayıflatmaya çalışıyorken, bu devletler bu bağlamda KKTC’den uzaklaştırılmaya çalışılarak mütekabiliyet esaslarına dayalı şekilde Güney’de büyükelçilikler açarken, EOKA denen eli kanlı terör örgüt Güney’de bir kahramanlık ordusu gibi kutlanırken, Kıbrıslı Türklere karşı yeni silahlı yapılanmalar oluşurken, Yunanistan’da askeri resmigeçitte askerler tarafından Kıbrıs meselesiyle ilgili Türkiye’ye karşı ağza alınmayacak sözler sarf edilirken bizler eğitimde başörtüsü serbestliğini tartışıyoruz. 

Bakınız, lafı uzatmaya gerek yok! Bu olayın arkasında kimlerin olduğu çok açıktır: Bu olayları durduk yere öne süren kişiler, asıl bunun iftirasını Türkiye’ye ve hükümete atanlardır. Nedeni de açıkça gündemi değiştirmektir. Her ne kadar ters psikolojiyle gündem değiştirmenin bir büyükelçilik projesi olduğunu öne sürseler de anlamıyorlar ki halk buna kanmıyor; zira gündem değişikliğinin şu an Türkiye’ye değil, Kıbrıs meselesinde son günlerde kendi lehlerine ilerleyen gelişmelerin olduğu ve anavatandaki ortaklarının içinde bulunduğu, ucu kısmen kendilerine de dokunan bir sürece hizmet ettiğini görebiliyoruz.

Fakat bu gelişmenin aslında toplum nezdinde olumlu bir yanı da oldu. Çünkü son olaylarda görüldüğü üzere ülkemizde sendikaların birçoğunun sol muhalefet partileriyle, özellikle de CTP ile bütüncül olarak hareket ettiği daha iyi anlaşılmıştır. Öyle ki, mesela bu partiler sendikaların kuruluşuna zamanında dolaylı ve doğrudan yardım etmişken, dün olduğu gibi bugün de tümüne doğru-yanlış demeden kayıtsız şartsız sahip çıkmaktadırlar. İşin ilginci, bunların her konuda müşterek hareket ederek sendikaların kendi alanlarını aşması, her türlü siyasi konuda birlikte sokakları karıştırmaları ve bunu “fikir ve gösteri serbestliği” adı altında demokrasi kılıfına uydurmalarıdır. Mesela en az bunların gösteri serbestliği kadar bu ülkede din ve görüş özgürlüğü varken, neden eğitimde başörtüsüne karşı çıktıklarını anlamak ve hadi anladık diyelim, neden KTTB yani Tabipler Birliği gibi konuyla alakasız bir sendikanın hükümete karşı gösterilere katıldığını idrak etmek mümkün değil. Buradan, ülkedeki solun adeta tek bir örgüt olduğunu, talimatı aynı yerden aldıklarını anlamak zor olmasa gerek. Fakat buradaki asıl küstahlık, bu yapının demokratik görünüşünün aksine iktidarda olmamasına rağmen ülkeyi yönettiğini zannederek kendini bu ülkenin elitleri ve sahipleri olarak görmesidir. Bunun tanımı bir paralel yapılanma değilse nedir? 

Ayrıca, bunlar nasıl demokratlar ki kendileri gibi düşünmeyenlere, bıraksalar yaşam hakkı bile tanımayacaklar. Dolayısıyla bunların özü itibarıyla son asrın sonuna kadar Türkiye’de CHP ve devlet içindeki gerek askerî gerekse sivil elitist yapının bir benzeri oluşum olduğunu söylemek yanlış olmaz. Böyle bir çetevari solu, ülkelerimiz hariç dünyanın hiçbir medeni ülkesinde göremezsiniz. Bu nedenle bunların esasen sol bir ideolojiyle ya da böyle bir siyasi yaklaşımla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Açık konuşmak gerekirse sadece son aylardaki gelişmelere bakıldığında bu solun ne halktan olduğu ne de halk için siyaset yaptığı söylenebilir; bunların tek yaptıkları şey kurusıkı atmak ve gündemden düşmemek için tutarsız eleştiriler yapmaktır. Ancak konu icraata gelince ortada hiçbir şey göremezsiniz.

İşte bu nedenle gerek Türkiye’de gerekse KKTC’de sol sarsılmakta, etki alanı her yerde erozyona uğramaktadır. Çünkü kendi seçmenleri dahi artık bunların asıl yüzünü görmeye başlamıştır. CHP bunun sancılarını çok önce çekmeye başlamışken, bizdeki bu yapı da devlet içindeki stratejik konumlarını kaybetmemek ve Türkiye’deki sol ile aynı akıbeti paylaşmamak için son yıllarda vitesi artırarak yalanlara, kumpaslara, iftiralara, baskılara, algı operasyonlarına, kelime oyunlarına, sokakları karıştırma eylemlerine maalesef daha da yoğunlaşmışlardır. Bunun en son örneği de işte buyurun bu başörtüsü olayıdır.

Zaten başörtüsü meselesine dikkatle bakıldığında çelişkilerle dolu bir gündem maddesi olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Örneğin, eğitimcilerin sendikası olan KTOEÖS, geçen hafta pedagojik hiçbir ilkeye uymayacak şekilde bir kız öğrencinin yalnızca başörtüsü nedeniyle okula girişini yasaklamış; öğrenciyi tüm okul önünde rencide ederek, eğitim hayatını olumsuz etkileyecek bir duruma neden olmuştur. Üstelik bunun üzerine gayet doğal ve dünyanın her yerinde uygun görülen bir uygulama olarak Eğitim Bakanlığı bu duruma müdahale edince, bu sefer de açıklamalarıyla her zamanki gibi mağduru oynamaya ve bakanlığı suçlamaya başladılar. Sonra iş iyice raydan çıkınca ve halktan gelen tepki çığ gibi büyüyünce çıktılar televizyon programlarına, “Bu kızımızı bakanlık rencide etti!” ve “Bizim dini özgürlükle bir sorunumuz yok!” diye açıklamalar yaptılar.

Dahası da var. Hızlarını alamayarak bir de basındaki uzantıları yoluyla konuyu Şule Yüksel Şenler’e getirdiler. Bir başörtüsü türü olarak türbanı Türkiye’ye kazandıran bu hanımefendinin Kıbrıslı Türk olduğunu hatırlatarak, bu halkın hoşgörülü olduğunu ve böylece kapanmaya karşı olmadıklarını öne sürerek tutumlarını meşrulaştırmaya çalıştılar. Ancak sonra çıktılar, “Bu ülkede laiklik var ve başörtüsünün okulda işi yok, kimse kızlarımızı buna zorlayamaz!” dediler. Bir gün içerisinde bu insanların “hoşgörü” anlayışı nasıl bu kadar değişebiliyor? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!

Her şeyi bir kenara bırakalım. Öyle anlaşılıyor ki bu kız çocuğunun kendi iradesiyle başörtüsü taktığını varsaymayı bile unutmuşlar. 

Sonra bizler gibi basındaki bazı arkadaşlar laikliğin ve Atatürk’e saygının başörtüsüyle ilgisi olmadığını vurgulayınca ki bunun gerekçeleri için Kıbrıs Postası’ndaki son yazıma göz atabilirsiniz, bu sefer de çıktılar, “Basın halkı ayrıştırıyor ve kışkırtıyor.” diyerek bazı gazeteciler hakkında dava açılacağını, para cezası ve hatta hapis cezası talep edeceklerini söylediler.

Hani siz demokrattınız? Hani hükümet ve Türkiye otoriterdi?

İnsani ve anayasal bir hak olan düşünce ve basın özgürlüğünü kısıtlayacak cüreti kendinizde nasıl buluyorsunuz? Gazeteci kılıklı şaibeli kişileri Türkiye içeri almayınca veya burada kendilerine dava açılınca sahip çıkacaksınız ama muhalif düşünenlere ambargo ve sansür uygulamaya çalışacaksınız. Bu ikiyüzlülük değil de nedir?

Anlaşılan o ki bize karşı bugüne dek tehdit ve ambargolar uygulayarak gerek birlikte çalıştığımız gazetelere, gerekse bizi yayına davet etmek isteyen diğer mecralara yaptıkları baskıyla başaramadıklarını şimdi de yargı yoluyla deneyecek, sesimizi kısmaya çalışacaklarmış. Peki, gerekçeleri ne? Bizim gerekçemiz halka doğruyu anlatmak, hem de hiçbir maddi ya da manevi çıkar gözetmeden ve tüm baskılara rağmen! Peki ya bunların? Buyurun, hodri meydan! Ama bu halk artık bu basit oyunları yemiyor. Bizimle şahsi meselesi olanlarla yargı önünde ayrıca hesaplaşmaya her zaman hazırım! Üstelik dünyayı ayağa kaldırmaya da hazır olduğumu bilmeliler. Ama şu da bilinmelidir ki bunların yaptığı, yargıyı baskı altına almaya çalışmaktır. Demek ki bunlar iktidarda olsa insanlara göz açtırmayacaklar.

Tabii durumlar anlayacağınız üzere tam bir komedi ama ne yazık ki fıkra bu kadarla da bitmiyor.

Geçen hafta bir sabah uyandık, ne görelim? İşte bu sol yapı çıktı, sözüm ona Atatürk’ün konuyla tamamen bağlantısız bir alıntısını kullanarak başörtüsünü “hastalıklı bir fikir” gibi göstermeye çalıştı. Yahu modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ü birçok konuda olduğu gibi bu işin içine de karıştırmayın. Onun ismine ve şanına halel getirip, onu kirli siyasetinize alet etmeyin. Çünkü sizin tarif ettiğiniz Atatürk, gerçekte yaşamış olan Atatürk değildir.

Öyle anlaşılıyor ki, Atatürk’ü gerçekten okuyup anlamak yerine, kulaktan dolma bilgilerle onu anladığınızı sanıyorsunuz. Madem öyle, en azından bu tarz paylaşımlarda bulunmadan önce ya bilgilerinizi kontrol edin ya da bu işten vazgeçip halkı kendinize güldürmeyin.

Mesela bu tarz yaklaşımlarınız olduğunda aklınızdan hiç geçmedi mi bu basit oyunların halkta bir karşılığı olmayacağı ve samimi Atatürkçülerin buna kanmayacağı?

Atatürk, kendi çağının konjonktürünü ve gerçeklerini göz önünde bulundurarak, beğenir ya da beğenmezsiniz, o dönem için gerekli gördüğü ve kendi zamanının ilerisinde sayılabilecek devrimler yapmıştır.

Fakat bizim muhataplarımız, daha kendi çağlarını bile doğru okumakta maalesef başarısızlar. Yine bu nedenledir ki, tıpkı son Cenevre toplantısında olduğu gibi, bunların kimi sözüm ona analistleri her birkaç senede bir çıkıp, “Bu ülkede federal bir çözüm olacak!” diye beyanlar verip, her seferinde hayal kırıklığına uğruyorlar!

Tüm olup biteni bir tür “prim kazanma çabası” çerçevesinde şark kurnazlığı olarak tanımlamaya çalışsak bile her gecen gün dozu artan söylemler artık yenilir yutulur cinsten değil. Bu nedenle bu seviye çoktan aşılmış durumdadır. Öyle ki gidişat artık maalesef cehalete doğru evrilmektedir.

Ne yazık ki böyle bir muhalefet tablosu ülke siyasetine hiç yakışmıyor. Elbette buna karşın hükümet de sütten çıkmış ak kaşık değildir, fakat bunlarınki çok farklı bir seviyedir. Mesela bunlar saygıdan, halktan, özgürlüklerden, barıştan ve medeniyetten yana olduklarını her fırsatta söylerler ama tam tersi şekilde hareket ederler. Bu ne yaman çelişkidir? Öte yandan karşıt görüşlü partileri de kendi ideolojilerine uygun davrandıklarında tenkit ederler. Tutarlı davrandıkları için onlarla alay etmeye çalışırlar. Karşılarındakini medeni görmezler, bu vasfı sadece kendilerinde bilirler. 

Peki bu nasıl bir medeniyettir ki kendileri gibi düşünmeyenlere; dinini Batı, Güney Kıbrıs ve dünyanın geri kalanında yaygın olduğu gibi serbest şekilde yaşamak isteyenlere haftalardır had bildiriyorlar? Nasıl oluyor da kendileri gibi düşünmeyenlerin anayasal haklarına karşı çıkıyor ve özellikle kapalı göçmenlere atıfta bulunarak, “Burası Kıbrıs, buraya gelenler bize ayak uydurmak zorunda!” diye bir tavır sergileyebiliyorlar? Kıbrıs’taki yaşam kurallarını bunlar mı belirliyor ki insanlar bunlara karşı evrensel insan haklarını savunmak zorunda kalsın? Ayrıca evet, Kıbrıs göç almaktadır; üstelik sadece Türkiye’den de değil ve bu kişilerin arasında başı kapalı insanlar da vardır. Dünyanın her yerinde düzenli göç alan ülkelerde dini tercihler  hoşgörüyle karşılanırken burada neden bir istisna geçerli olsun? Üstelik KKTC’de başörtüsü takan kadınların sayısı elle sayılacak kadar azdır. Bunun için ülkeyi ayağa kaldırmak, halkı yasalara aykırı olarak kin ve nefrete teşvik etmek mi gerekir?

Hadi Kıbrıs meselesini anlamıyor, bölgesel ve küresel konjonktürü analiz edemiyorlar; peki, bunlar hiç mi dünyada ne olup bittiğini takip etmiyorlar? Hiç mi yurt dışına çıkıp ufuklarını genişletmiyorlar? Maddi imkânlar buna engel olmasa gerek. 

Mesela enteresandır ki sol görüşlü dahi olsa yurt dışında yaşayan Kıbrıslı Türkler, solun başörtüsü konusundaki tutumunu sertçe eleştirmiştir; çünkü onlar dünyadan kopuk yaşamıyor, gerçeği çok daha şeffaf görüyorlar. Kim bilir, belki de sırf bu nedenle yurt dışındaki vatandaşlara bugüne kadar seçme-seçilme hakkı tevdi edilmemiştir.

Toparlayacak olursak, tüm bu gerçekler ortadayken, “Türkiye bizi ötekileştiriyor ve bize koloni gibi davranıyor!” iddiasında bulunmak da pişkinlikte ayrı bir seviyedir ve pişkinlikleri bununla da sınırlı değildir. Geçenlerde bir sendika olan KTÖS’ün başkanı yani siyasi bir kişilik olmamasına rağmen ki olsa bile olağan karşılanmayacak şekilde, mecliste bu ülkenin Eğitim Bakanı’nı ağza alınmayacak sözler sarf ederek, parmak sallayarak istifaya davet etti. Siz kimsiniz? Lâmı cimi yok! Burada istifa etmesi veya yasaya karşı çıktığı için tasfiye edilmesi gereken bir yer varsa, onun adresi bellidir! Yeri gelmişken söyleyelim: Bir eğitim sendikası bu derece siyasete karışmış, kendi etki alanını aşan işlere girişmişse ve kendi alanını da layıkıyla icra edemiyorsa, bu sendikanın amacı ve varlık sebebi fiilen ve hukuken sorgulanmalıdır. Gerçi bu sorular ülkedeki birçok sendika için geçerlidir. Zira birçok sendika bugüne dek her fırsatta kendi alanıyla ilgisiz konularda açıklamalar yaparak halkı kışkırtmakta ve kitleleri sokağa dökmektedir; gündemi takip edenler bunun su götürmez bir gerçek olduğunu bilirler.

Üstelik bunlar, bu ülkenin kurulmasına vesile olan anavatan Türkiye’nin büyükelçisini kovma haddini kendilerinde buluyorlar. Aslında “Go home!” diyerek, neye ve kime hizmet ettiklerini de ifşa etmektedirler. Bunların Türkiye’deki büyük ortağı Özgür Özel Beyefendi bu ifşayı bir ileri seviyeye taşıyarak İngilizlere, “Terk edilmiş hissediyoruz.” cümlesini kurdu ve böylece sayesinde her şey daha da açıklığa kavuşmuş oldu. 

Bakınız, açık konuşalım: Görüşü sol ya da başka ne olursa olsun, gerek KKTC’yi gerekse Türkiye’yi seven biri asla bu ülkelerin bulunduğu bir makamda, ister meclis olsun ister başka bir mecra olsun bu devletlere her fırsatta meydan okumaz. 

Hal böyleyken, bunu neden sineye çekmek zorundayız? Buna neden müsaade edilmektedir? Yahu, bizdeki solun yaptığını ne yazık ki samimi bir Rum, ne bir Kıbrıs Türkü’ne ne de kendi anavatanı Yunanistan’a yapar. Peki, tüm bu olgular ortadayken yargı harekete geçmek için neyi beklemektedir? Tüm deliller ortadayken, neden bu yasalara aykırı durumlarda herhangi bir işlem yapılmamaktadır? 

Tabii bu bağlamda hükümete de iki çift lafımız olacak: Disiplin tüzüğünü önce geri çekerek, iki üç kişinin başını çektiği haddini aşan bir kibir yapılanmasının baskısına neden boyun eğdiniz? Bu ülkeyi siz mi yönetiyorsunuz, yoksa onlar mı? Halk, size atanmışlara boyun eğmeniz için oy vererek o makamlara getirmedi. Bunun hatırlatılmasında fayda var diye düşünüyor ve hükümeti, tarihin tozlu sayfalarına karışmaya yüz tutmuş bir faşizan anlayışa karşı iradeli davranmaya davet ediyorum.

Aslında inanın, bu konu hakkında daha söylenecek çok şey var ama daha fazla söz sarf etmek gereksiz bir enerji kaybı olacaktır. Ümit edelim ki bu yazılar, bu olayların aydınlatılmasına ve kimi maskelerin ifşasına katkı sunuyordur. Son olarak, büyük sanatçı Volkan Konak’ın İskele’deki vefatını derin bir teessürle öğrendiğimi ifade etmek isterim. Merhuma Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.

*****

Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Neşet Ertaş

Picture of kcadasoy
kcadasoy

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Hot News

Editor's Pick

In Category

Lifestyle

Risus commodo viverra maecenas accumsan lacus vel facilisis.

Özgürlük.

Değerli okurlar, aslında ülkede konuşulması, tartışılması ve kamuoyunun dikkatinin çekilmesi gereken birçok konu varken; sanki yıl 2025 değilmiş gibi inanın

Read More
Scroll to Top