Son günlerde yaşanan elim bir hadise, sadece bir kitap tartışması değil; doğrudan milli onurumuza, devletimize ve hafızamıza yöneltilmiş bir saldırıdır. İlker Özkunt isimli bir şahıs tarafından kaleme alınan ve “Dümbük” adı verilen kitapta, KKTC’nin kurucu merhum Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’a alenen hakaret edilmiştir. Bu, tek başına bir şahsın edepsizliği değildir. Bu yıllardır adım adım örülen, devlete düşmanlık eden, milli değerlere husumet duyan bir zihniyetin eseridir.
Dikkat ederseniz, bu kitabın yazarının ağabeyi TDP’nin genel sekreteridir. Aynı TDP, Kıbrıs meselesinde bugüne dek en fazla tavizi veren, ailesiyle birlikte ideolojileri doğrultusunda ülkede adeta bir STK imparatorluğu kuran geçmişin cumhurbaşkanlarından Mustafa Akıncı’nın da bir dönem siyasi yuvası olmuştur. Dolayısıyla TDP ve aynı zihniyeti taşıyan sol kanadın başını çeken CTP gibi yapılar, bu hakaret ortamının zeminini yıllardır döşemiştir. İfade özgürlüğü kisvesi altında devletin temelleri sorgulanmış, milletin kutsalları çiğnenmiş, Türkiye düşmanlığı üzerinden siyaset yapılmıştır. Bugün bu kitabı sözde kınayanlar, aslında bu zihniyetin mimarlarıdır. Fakat halkın vicdanında bu sahte kınamalar yalnızca “timsah gözyaşları” olarak karşılık bulmaktadır.
Bakınız, burası çok önemli: Geçmişte devlet kademelerinde söz sahibi olmuş bir şahıs da geçtiğimiz günlerde çıkıp bu kitabın piyasaya sürülmesini Türkiye’nin seçimlere müdahale amacı taşıyan bir girişimi olarak yorumladı. Suçladığı taraf Türkiye Cumhuriyeti. Oyunu kuran kendileri, oynayan kendileri, sonra dönüp yorumlayan da kendileri. Tıpkı başörtüsü meselesinde yaptıkları gibi. Önce mağdur edebiyatı yaptılar, sonra milliyetçiliği zayıflatmaya çalıştılar, ardından Türkiye’ye sistemli saldırılar düzenlediler. Ama halkımız bu senaryoları artık yemiyor. Bu kurgu siyaseti bumerang gibi dönüp kendilerini vurmuştur.
Özellikle yeni neslin uyanışıyla birlikte bu zihniyetin tekeli kırılmıştır. Bu millet her şeyin eskisinden çok daha fazla farkındadır. Ancak buna rağmen hâlâ halkın aklıyla alay etmeye kalkıyorlar. Mesela daha geçen gün CTP’li bir belediye başkanı çıkıp TMT’yi, yani Kıbrıs Türk halkının onurlu mücadelesini veren teşkilatı, EOKA’yla bir tutmaya kalktı. Yetmedi, TMT’ye yani Kıbrıslı Türklerin bu topraklardan süpürülmesine engel olan Mücahidimize “yeraltı” örgütü dedi. Açık konuşmak gerekirse bu sadece siyasi bir gaf değil, aynı zamanda karakter meselesidir. Aynı partinin bir milletvekili de geçmişte Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, bu halkı katliamdan kurtaran Mehmetçiğe, “tecavüzcü” diyerek hakaret etmişti. Bu nasıl bir ruh halidir? Bu nasıl bir nefret siyasetidir?
Şunu açıkça ifade etmek gerekir: Dünyanın demokratik ülkelerinin hiçbirinde, kendi devletine bu denli düşmanlık edenler ne siyasette olur ne de kamuoyunda ciddiye alınır. Ama bu zihniyet, yıllardır bu topraklarda “demokrasi” ve “özgürlük” adı altında her türlü milli değere savaş açmış ve böylece devletin temelini dinamitlemiştir. Bugün İlker Özkunt gibi bir şahsın böyle bir kitap yazabilmesi, işte bu zehirli atmosferin sonucudur.
Dolayısıyla “Dümbük kimdir?” diye sorarsanız, cevabı nettir: Sadece bu kitabın yazarı değil, onu teşvik eden, meşrulaştıran, destekleyen, susarak yol veren herkes bu zihniyetin bir parçasıdır.
Ama bu millet unutmaz ve unutmadı da. Bu sebeple, söz konusu kitaba gelen tepkiler çığ gibi büyümüştür. Gerek Rauf Raif Denktaş’ın gerekse Dr. Fazıl Küçük’ün adları bu halkın kalbine mühürlenmiştir. Onların mücadelesi, Kıbrıs Türkü’nün haysiyetidir. Bu haysiyeti kirletmeye çalışanlar tıpkı bu zat gibi er ya da geç tarihin çöplüğünde yerini alacaktır.
Yeri gelmişken söyleyelim: Tüm bu gelişmeler yaşanırken İsrail’in HAYOM gazetesi KKTC’yi ve Türkiye’yi açıkça tehdit eden bir yayına imza atmıştır. KKTC’yi İsrail’in ulusal güvenliği için tehdit olarak niteleyen bu haber, zamanlaması itibarıyla bölgede hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bir kez daha kanıtlamıştır. İçeriden gelen itibarsızlaştırma kampanyaları ile dış müdahaleler artık eşgüdümlü yürütülmektedir. Bu saldırılar kendilerinin deyimiyle bir tarafa hizmet ediyorsa, bunun kim olduğunu takdirinize bırakıyorum.
Fakat KKTC’nin varlığından rahatsız olanlar, gerek içeride gerek dışarıda, şunu iyi bilsinler: 1974 Barış Harekâtı’ndan sonra Kıbrıs Türkü 1983 yılında kendi devletini kurdu. Bu devletin adı “Kuzey Kıbrıs” değil, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir. Birilerinin keyfiyle kurulmadı, birilerinin arzusu doğrultusunda da tasfiye edilmeyecektir. Bu devlet şehitlerin kanıyla, mücahitlerin direnişiyle ve milletin iradesiyle kurulmuştur. Hiçbir iftira, hiçbir proje ve hiçbir kalem bu hakikati değiştiremez.
Bu sözleri nostalji sananlar lütfen hemen yanı başımızda yaşanan Gazze trajedisini hatırlasınlar, insanlık dramıyla yüzleşip vicdanlarını sorgulasınlar. Sonra dönüp Kıbrıs siyasetine ve değerlerimize tekrar bir baksınlar.
*****
Bu haftaki yazıyı da tam bu bağlamda yıllardır haksız ambargolar altında bırakılan spor dallarımızı, özellikle de dünyaya açılma çabası her fırsatta engellenen futbolumuzu konu edinen ve bugüne dek anlatılmayanları cesaretle dile getiren genç spor yazarı kardeşimiz Mert Ahmet’in hazırladığı “Offside: The Untold Story of Sports in the TRNC” adlı belgeseli sizlere takdim ederek tamamlamak istiyorum.
Mert kardeşimizin bu azmi, diasporadaki insanlarımızın KKTC’yi ne kadar sahiplendiğini ve bu ülkenin geleceğinde söz sahibi olmaları gerektiğini bizlere bir kez daha hatırlatıyor. Bu vesileyle belgeseli izleyelim, paylaşalım, sahip çıkalım: