Rum lider Nikos Hristodulidis’in ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı son görüşme, günlerdir uluslararası basında Kıbrıs sorununda “yeni bir dönemin başlangıcı” olarak yansıtılmaktadır. Fakat bu buluşma yeni bir döneme işaret etmekten çok, ABD’deki seçimlere dönük ve ABD’nin bölgesel çıkarları doğrultusunda oynanan bir “güç oyunu” olarak dikkat çekiyor. Özellikle bu görüşmenin duyurusunun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıl dönümü olan 29 Ekim’e denk gelmesi, Biden yönetiminin sembolik bir mesaj verme çabası olarak da okunabilir. Ancak bu tür sembolik mesajların Kıbrıs’ın gerçeklerine ne kadar etki edebileceği büyük bir soru işareti olarak durmaktadır.
ABD Seçimleri, İç Politika ve Kıbrıs Meselesi
ABD, küresel etkinliğinin sorgulandığı ve iç politikada kırılgan bir dönemden geçtiği bir süreçte bulunuyor. Üstelik 2024 seçimleri de yaklaşırken, Biden’ın dış politikada güçlü bir duruş sergileme ihtiyacı arttı. İç siyasette desteğini güçlendirmeye çalışan Demokratların, Türkiye karşıtı veya Rum yanlısı bir tavır takınarak hem Yunan lobisinin hem de Kıbrıs yanlısı çevrelerin desteğini sağlamayı hedeflediği anlaşılıyor. Ancak ABD’nin seçimlere yönelik hamlelerle şekillendirdiği bu tür diplomatik girişimler, elbette Kıbrıs’taki temel sorunları çözmekten çok uzak. Kaldı ki Kıbrıs meselesine el atmak ne hukuken ne de vicdanen ABD’nin tasarrufunda değildir.
Buradan yola çıkarak, Biden-Hristodulidis görüşmesinin duyurusunun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıl dönümüne denk getirilmesi, ABD yönetiminin bölgedeki stratejik çıkarları doğrultusunda verdiği ince bir mesaj olarak yorumlanabilir. Ancak öyle olsa bile bu tür sembolik hamlelerin Kıbrıs’ın geleceğine yönelik kalıcı bir çözüm sunmadığı açık. Tam tersine Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumunu dışlayan her türlü adım, hassas bir noktada olan bölgesel barışa zarar verebilecek ve tansiyonu daha da artırabilecek niteliktedir.
Küresel Düzende Güç Kayması ve Kıbrıs’ın Geleceği
ABD’nin küresel etkinliğinin zayıfladığı ve dünya düzeninin, BRICS örneğinde görüldüğü gibi, çok kutupluluğa doğru ilerlediği bir dönemde, Vaşington’un geleneksel baskı araçları da haliyle eski gücünü yitiriyor. Kıbrıs gibi karmaşık bir soruna dayatılan federatif bir çözüm, Ada’daki iki toplumun ihtiyaç ve haklarına uymadığı gibi mevcut bölgesel ve küresel dinamiklerle de uyumsuzdur. Üstelik, Kıbrıs’ta iki devletli çözümün kabul edilmesi; bölgedeki birçok ülkede mevcut olan sömürge geçmişinden gelen toplumsal sıkıntıların giderilmesi, bu süreçte mağdur olan Kıbrıs Türk halkının haklarının korunarak kalıcı bir barış ortamının sağlanması açısından zorunlu bir yaklaşımdır.
Öyle ya Filistin meselesinde iki devletli çözümü savunan ABD’nin, yarım yüzyıl önce Gazze’de yaşananlarla benzer bir durumun içinde olan Kıbrıs’a tek devlet dayatması ikiyüzlülük olarak değerlendirilmelidir. Hristodulidis’in Vaşington ziyareti ve verilen sembolik mesajlar, ABD’nin seçim hesaplarına yönelik bir diplomasi hamlesi olarak kalmaktan öteye geçemeyecektir. Kıbrıs Türk halkının tanınma hakkını güvence altına alan eşit ve kalıcı bir çözüm için, iki devletli model mevcut şartlarda en gerçekçi seçenek olarak tekrar karşımıza çıkıyor. ABD, Kıbrıs meselesinde gerçek bir çözümden yana olacaksa ve bu konuda samimi olduğunu ispatlamak isterse; ilk önce Kıbrıs Türk toplumunu görmeli, haklarına saygı göstermeli ve lideriyle doğrudan görüşmelidir.
*****
Özgür olmak, sadece birisinin zincirlerini kırması değildir ancak başkalarının özgürlüğünü artırmak ve başkalarının özgürlüğüne saygı duyacak şekilde yaşamaktır.
Nelson Mandela