Sevgili okurlarım, öncelikle Ramazan Bayramınızı gönülden kutlarım. Bayramın dünyaya barış ve huzur, ülkemize de istikrar getirmesini temenni ederim. Çünkü inanıyorum ki siz de benim gibi son gelişmelerden ve genel olarak ülkemizdeki siyasi tablodan artık bıktınız. Bana göre KKTC’de siyasi istikrarsızlığın en temel sebebi uzlaşı kültürünün yaygın olmaması ve buna müsaade eden mevcut sistemdir. Çünkü bugün KKTC’de ne tamamıyla bir yarı başkanlık sistemi ne de konvansiyonel bir parlamenter sistem vardır. Bu da ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. O nedenle sistem değişikliği şarttır.
Konuya girmeden önce şunu belirtmek isterim ki ben (Beni artık az çok tandınız.) milliyetçi değerlere sahip bir insanım. Peki, milliyetçilikten kastım nedir? Halkın çıkarlarını gözeten, ülkemizin refahının artması için her türlü çabayı gösteren, KKTC’yi muhasır medeniyetler seviyesi üzerine çıkaran, aynı zamanda gelenek ve kültürünü koruyan ama en önemlisi insancıl bir politika izleyen bir bakış açısı. Yani kısacası milliyetçiliği yobaz bir ideoloji olarak gösteren birilerinin aksine, Avrupa’nın kendi insanlarına yaklaşım tarzı, benim ve genel olarak tanıdığım özellikle genç milliyetçi siyasetçilerin ideolojik anlayışının bir parçasıdır. (Bizim Batı’dan tek ve en güzel farkımız Türk olmayan insanlara karşı da hoşgörülü olmamızdır.)
Böyle bir milliyetçilik anlayışına sahip olunca haliyle ülkemizdeki bazı olaylara anlam veremiyorum. Öyle ki, hangi mevkide olursa olsun bir siyasetçi öncelikle mütevazı olmalı ve halkın ona verdiği görevin bilinciyle, sadece ona hizmet etmesi gerektiğini asla unutmamalıdır. Yani siyasetçi verilen her kararda önce milletin çıkarlarını göz önünde bulundurmalı ve yeri gelince halka hesap vermek zorunda olduğunu da aklından çıkarmamalıdır. Ayrıca bir siyasetçi halk onu ideolojik görüşü için seçmiş olduğundan ötürü temsil ettiği davaya zarar veren her türlü hareketten kaçınmalıdır. Gelgelelim ki ülkemizde durum maalesef bundan çok farklıdır.
Gelin, eğri oturup doğru konuşalım. Yıllardır siyasetin içerisindeyim ve maalesef şunu çok net söyleyebilirim: Genel olarak konuşacak olursak siyasetçiler kadar kibirli bir insan topluluğu yoktur. (Bu hepsi için değil fakat belli bir kesim için geçerlidir.) Çünkü kimi siyasetçiler halkın çıkarlarının aksine, maalesef kendi çıkarlarını gözetip (Dış mihraklara bağlı olanların amaçlarını burada ayrı tutuyorum.) ona göre kararlar alabiliyor, bu sebeple de davasına ve en önemlisi ülkesine zarar verebiliyor. Zira o makamda olmanın ne anlama geldiğini henüz tam kavrayabilmiş değiller. Bu nedenle de uzlaşı kültürü ülkemizde gelişmiyor. Sonrası malum. Son birkaç haftada gördüğümüz gibi hükûmet düşüyor veya kurulamıyor. Kimse kusura bakmasın, ülke böylesine sıkıntılı bir süreçten geçerken halk kimilerinin kişisel hesaplarının veya kibirlerinin kahrını çekecek değildir. Bunun sebebi SOL’un ve onun basındaki uzantılarının ifade ettiği gibi sözde “sömürgeci” Türkiye asla değildir. Stockholm sendromuyla yanıp tutuşan bu hastalıklı zihniyetin gözünü Türkiye düşmanlığı kör etmiş olacak ki kendileri gibi içten pazarlıklı kişilerin yüzünden bu olayların yaşandığını bile göremiyorlar.
Son haftalarda hükûmetin düşmesinin ve ikinci kez kurulamamasının iki ayrı sebebi vardır. Bundan birisi UBP içerisinde bir tatsızlığın veya iletişim kopukluğunun yaşanmasıdır. Diğeri de koalisyon ortaklarının masadan çekilmeleri sonucu hükûmetin kurulamadan düşmesidir. Her ikisinin sorunu da sistem kaynaklı sıkıntılardır. Zira Anayasa tüm olup bitenlere müsaade etmektedir. Öyle olmasaydı son 39 yılda KKTC’de 39 hükûmet kurulur muydu? Dile kolay, bu ülkede ortalama her yıl bir hükûmet kurulmuş. Bunun ne anlama geldiğini herhalde hepimiz biliyoruz. O nedenle, artık ülkemize siyasi ve netice itibariyle ekonomik istikrar gelmesi için sistem değişikliği şarttır. Dolayısıyla KKTC’nin en önemli önceliği sistem değişikliğidir veya olmalıdır. Hangi sistemin gelmesi gerektiği tartışılabilir fakat kanımca KKTC’ye yakışacak en ideal sistem başkanlık sistemidir.
Neden mi? Öncelikle UBP’nin iç meselesinden kaynaklı hükûmet kriziyle başlayalım. Mevcut sistemde bakan da, hükümet başkanı olarak başbakan da seçilmiş bireylerdir. O nedenle her iki makam sahibi siyasetçi de kendini halka karşı sorumlu hissedip kendi doğrularını uygulamaya kalkabilmektedir. Aynen birkaç hafta önce mecliste buna şahit olduğumuz gibi. Başkanlık sistemi bu karmaşayı ortadan kaldırmaktadır. Zira bu sistemde bakan atanmış olarak, başkan ile tam uyum içinde hareket etmek zorundadır. İkinci meseleye gelecek olursak, bu ülke ne çektiyse uzlaşı kültürü olmamasından ve koalisyon ortaklarının istediği gibi masadan çekilmesi neticesinde hükûmetin düşmesinden çekmiştir. O nedenle sürekli seçime gidip, seçim için uçuk rakamlar harcayıp, zaten zayıf olan milli bütçemizi daha da zorladık. Buna da başkanlık sistemi bir çözüm getirmektedir. Çünkü böyle bir sistemde tek bir parti hükûmeti kurmakta ve görev süresince (genellikle bu dört veya beş yıl oluyor) kesintisiz ülkeye hizmet etmektedir. Elbette iktidarı düşürecek kontrol mekanizmaları da var fakat konuyu uzatmamak için ayrıntılara bu yazıda girmek istemiyorum. Bir hükûmetin uzun vadeli görevde kalmasının avantajı, projelerini hükûmet düşmeksizin hayata geçirebilecek ve günlük siyasetin yanı sıra devlet politikasını uygulayabilecek zamanı bulacak olmasıdır. Böylece ülkeye siyasi ve ekonomik istikrarın yanı sıra huzur da gelecektir. Huzur mu diyeceksiniz? Evet, zira halk sadece istikrarsızlığa değil aynı şekilde siyasi çıkar kavgalarına da şahit olmaktan bıktı.
Devam edelim. KKTC küçük bir ada devleti ve ona rağmen yürütme organı maliye açısından gereksizce çift başlıdır. Peki, buna ne gerek var? İki yürütme makamının giderleri ve iki ayrı seçimi için neden milli bütçeyi zorluyoruz? Bakın, yurtdışında zaten Cumhurbaşkanımız sadece KKTC’nin veya onlara göre Kıbrıs Türk Toplumu’nun temsilcisi olarak tanınıyor. O halde neden stratejik bir hamleyle yurtdışında tanınan tek temsilcimizi hükûmetin başkanı yapmayalım? Böylece Cumhurbaşkanımızı muhatap alan herkes KKTC hükûmetini ve dolayısıyla devletimizi de muhatap almış olacaktır. Ayrıca UBP’nin iç meselesi esnasında yaşanan Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki uyuşmazlıklar da başkanlık sistemiyle giderilmiş olacaktır. Ülkemizde fiilen yarı başkanlık sistemi olsa da bu sistem mesela Fransa’dakinden çok farklıdır. Ülkemizde cumhurbaşkanı halk tarafından seçilir ama Fransa Cumhurbaşkanı’nın aksine fazla yetkisi yoktur. Olan yetkileri de hükûmet ile ilişkisini zora sokmaktadır. Çünkü hatırlayacağınız üzere Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar, Başbakan Sayın Faiz Sucuoğlu’nun kabine değişikliği teklifini değerlendirip öyle karar vermek istediğini açıkladı. Fakat görünen o ki bu kararı iki tarafı da zora soktu ve tartışmalar aldı başını gitti. Başkanlık sisteminde böyle sıkıntılar olmayacaktır. Cumhurbaşkanı veya başkan kabineyi oluşturabilecek tek isim olacaktır. Haliyle ne yanlış anlaşılmalar olabilecek ne de iki tarafı zora sokan açıklamalar yaşanacaktır.
Son olarak şunu belirteyim ki, Türkiye’de geçtiğimiz yıllarda tam da bu sebeplerden ötürü başkanlık sistemine geçiş yaptı. Şimdi bu sisteme ucube, Türkiye Cumhurbaşkanı’na da tek adam diyenler olacaktır. Bu tartışmalara (makaleyi uzatmamak için) girmeksizin sadece şunu demek istiyorum: Türkiye’deki sistem henüz tam yerine oturmamıştır. O nedenle orada da bir Anayasa değişikliği şarttır ki bunun 2023’ten sonra yapılacağının sinyallerini Türkiye Cumhurbaşkanı verdi. Ve kanımca Türkiye için en ideal yönetim şekli başkanlık sistemidir. Üstelik KKTC, Türkiye modeli başkanlık sistemini hayata geçirmek zorunda da değildir. Devletimizin sorunlarını çözecek daha farklı bir başkanlık sistemi de hayata geçirilebilir.
Bu sözlerle yazıma son verirken hepinize tekrardan iyi bayramlar ve iyi tatiller diliyorum.