Geçtiğimiz hafta, Rumlar tarafından Netflix için çekilen “Famagusta” dizisinin yalnızca Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ta yayınlanacağı haberi, Türk diasporası ve RTÜK için önemli bir zafer olarak kaydedildi. Milyonlarca kişiden oluşan ancak geçmişte bu tür krizlerde genellikle etkisi cılız kalan diasporanın ve Türk makamlarının bu kez uluslararası bir platformda sesini duyurabilmesi, yurtdışında örgütlenme açısından büyük bir ilerleme kaydedildiğini gösteriyor. Bu başarı, uzun süredir dile getirilen bir eksikliğin giderildiğini vurgularken, Disney Plus’ın Atatürk filmi skandalında pasif kalan Türk toplumu için de anlamlı bir adım olarak öne çıkıyor ve yurtdışındaki Türk lobiciliğinin güçlendiğini kanıtlıyor.
Bu gelişme Rum-Yunan, Ermeni ve Yahudi lobilerinin yıllardır özellikle ABD’de baskın olduğu gerçeği karşısında, Türk milletinin de artık orada nüfuz kazanmaya başladığını gösteriyor. Bu durum gelecekte Türkiye ve KKTC için, hem Kıbrıs meselesinde hem de diğer jeopolitik konularda yeni fırsatlar doğurabilir. Ancak burada kritik olan, Ankara ve Lefkoşa’nın diasporaya bundan sonra daha fazla maddi ve manevi destek vermesi ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarının öz güvenini artıracak daha çok adım atmasıdır. Bunun yanında diasporadaki ülke temsilcilerinin daha etkin çalışmaları sağlanmalı ve ilgili makamlarla sürekli iletişim halinde olmaları teşvik edilmelidir. Ancak bu şekilde Türk diasporası ve lobiciliği, diğer güçlü lobilerle yarışabilecek bir seviyeye ulaşabilir. Geçmişe baktığımızda, diğer lobilerin de bu noktaya hem anavatanlarının desteğiyle hem de dış politikadaki etkileriyle geldiklerini görüyoruz.
Sanatın Gücü ve Propagandanın Tehlikeleri
Bir devlet için sanatın önemi tartışılmaz. Rumların “Famagusta” dizisiyle gerçeği çarpıtarak dünya kamuoyunun empati duygularını manipüle etmeye çalıştıkları açıktı. Bu tür bir kara propagandayla, uluslararası camiada Türkiye ve KKTC’ye karşı olumsuz bir imaj oluşturmayı hedefliyordu. Zaten dizinin fragmanına gelen tepkiler de bu tehlikeyi gözler önüne serdi. Bu nedenle, bizim de sanat aracılığıyla kendimizi ifade etmemiz bir seçenek değil, bir zorunluluktur. Üstelik sanat, ambargolarla engellenemeyecek en güçlü araçlardan biridir.
Şöyle ki Türkiye, ABD ve İngiltere’den sonra dünyaya en çok dizi ve film ihraç eden üçüncü ülke konumundadır. Özellikle Avrasya, Balkanlar, Kafkaslar, Afrika ve Latin Amerika’da Türk dizilerine olan ilgi hızla artıyor. Bu ilgi, Türkiye’nin bir “yumuşak güç” olarak uluslararası alandaki etkisini artırdığını ve bir rol model haline geldiğini gösteriyor. Bu, yalnızca kültürel etkisini değil, Türkçenin daha fazla insan tarafından öğrenilmesini ve Türkiye’nin siyasi gücünün artmasını da beraberinde getiriyor. Geçmişte Anglo-Sakson dünyasının yaptığı gibi, Türkiye de kültür yoluyla kendine bir yer edinmeye başlıyor. Buradan yola çıkarak, Kıbrıs Postası’ndaki yazı serüvenimize başladığımızdan beri dile getirdiğimiz üzere, KKTC’yi sanatla hem içe dönük olarak daha güzel ve yaşanabilir hem de dışarıya karşı daha güçlü ve yaşatılabilir bir ülke haline getirmeliyiz. Ne mutlu ki anavatan Türkiye’nin desteği ve mevcut etkisiyle bunu gerçekleştirme şansına büyük oranda sahibiz.
Medyanın Gücü ve Kıbrıs Meselesi
Tabii bunun yanında, Türkiye son yıllarda uluslararası habercilikte de önemli bir yol katetti. TRT World, TRT’nin yeni yabancı dildeki haber platformları, Anadolu Ajansı ve Daily Sabah gibi medya kuruluşlarıyla dünya kamuoyunda geniş bir yer edinmiş durumda. Bu platformlar milyonlarca, hatta milyarlarca insan tarafından takip ediliyor ve Türkiye’nin sesini dünyaya duyuruyor. Bu fırsatı değerlendirerek, Kıbrıslı Türklerin maruz kaldığı haksızlıkları bu mecralarda bilahare daha etkin bir şekilde dile getirmeliyiz. Batı medyasına nüfuz eden güçlü lobilerin karşısında bir “anti-güç” olarak var olmamız zaruridir. Böylece Türkiye’de de milli dava olarak görülen Kıbrıs meselesi, dünyada daha adil ve gerçekçi bir şekilde yankı bulabilir. Rumlar ve Yunanlar bugüne kadar her mecrada bize karşı haksız yere cephe aldıysa, biz de ne kadar geç kalınmış olursa olsun bu yollara bir an önce başvurmalıyız. “Famagusta” meselesinde elde edilen başarının, bu yolda önemli bir katalizör olacağına inancım tamdır.
*****
Sinema asla bir şenlik değildir, sinema bir kültürdür.
Metin Erksan