Kıymetli okurlar, öncelikle yeni yılınızı en içten dileklerimle kutlar, yeni takvim yılının hayırlara sebep olmasını, sizlere ve ülkemize güzellikler getirmesini temenni ederim. Tabii yeni yıla toplum olarak buruk bir şekilde girdik. Zira 6 Şubat depreminde yitirdiğimiz canlarımızın eksikliğiyle kutladığımız ilk yılbaşıydı. Bu vesileyle geçen sene Kahramanmaraş merkezli depremde kaybettiğimiz vatandaşlarımızı rahmetle anarken ailelerine ve toplumumuza tekrardan başsağlığı diliyorum. Onun yanında Avukat Akan Kürşat’ın Rumların talebi üzerine Roma’da, İtalyan polisi tarafından tutuklanmış olması ve bunu takiben Rum yetkililerin KKTC’de faaliyet gösteren kimi müteahhitler hakkında (AB nezdinde ve/veya uluslararası) tutuklama kararının çıkabileceği tehdidinde bulunması yeni yılın bir başka can sıkıcı hadisesi olmuştur. 16 Ocak’taki duruşmada adaletin tecelli etmesi temennisiyle Sayın Akan Kürşat ve yakınlarına da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Bu minvalde sanıyorum ki toplum olarak en büyük dileğimiz, Dışişleri Bakanlığının hem bahsi geçen tutukluluk hakkında bizleri aydınlatması hem de müteahhitlerle ilgili olası tutuklama kararlarına ilişkin gerekeni gecikmeden yapmasıdır.
Öncelikle şunu belirtelim ki Avukat Akan Kürşat hakkında çıkartılan tutuklama kararı öğrendiğimiz kadarıyla ana akım medyada ifade edildiği gibi Rum mallarına aracılık etmesinden kaynaklanmamaktadır, aksine bu geçmişte hakkında açılan Gary Robb ile bağlantılı bir davayla ilgili devam eden bir durumdur. Ancak ne yazık ki bu gelişme Rum basını tarafından bilerek çarpıtılmış, KKTC’de yayın yapan bazı basın organları tarafından da bilerek veya bilmeyerek yanlış aktarılmıştır. Bu nedenle ortadaki karmaşayı gidermek üzere, konu hakkında olayın tek muhatabı olan Dışişleri Bakanlığının herkesi aydınlatacak bir açıklama yapması isabet olacaktır. Bu bağlamda şunu söylemekte de fayda var: Sayın Cumhurbaşkanı son günlerde Avukat Akan Kürşat’ın tutuklanması hakkında toplantılar düzenlemiş, bu da basına yansımış veya yansıtılmıştır. Bu yansıma hali son derece uygunsuz olmuştur. Sayın Tatar elbette bu konu hakkında görüşmeler yapabilir veya hatta yapmalıdır. Ancak Rumların başlattığı bir operasyonun, KKTC devletinin başı olan Sayın Cumhurbaşkanını alarma geçirdiği algısı sadece düğmeye basanların işine gelmekte, aynı zamanda devlet hiyerarşisine aykırı olmakla birlikte emlak piyasasını da tedirgin etmektedir. Öyle ki Emlakçılar ve Müteahhitler Derneği Başkanları geçtiğimiz günlerde bu husustaki rahatsızlıklarını zaten dile getirmişlerdir.
Benzer şey tabiatı itibariyle her ne kadar farklı bir müessese olsa da KKTC’de faaliyet yürüten müteahhitler hakkında çıkarılacağı iddia edilen AB bazında ve/veya uluslararası tutuklama kararları için de geçerlidir. Rum makamlarının açıklamalarına itibar edilecek olunursa veya söylenenler doğruysa bu konu hakkında Cumhurbaşkanlığı değil Dışişleri Bakanlığımız aynı şekilde bir açıklama yapmalı ve buna müteakip gereken adımları atmalıdır.
Bu adımların ne olduğuna değinmeden önce çok açık bir şekilde olası tutuklama kararlarının hiçbir kıymeti ve geçerliliği olmayacağını bildirelim. Zira Kuzey Kıbrıs’taki özellikle terk edilmiş veya koçanda (yani tapuda) sahipsiz görünen Rum malları, KKTC Anayasası’nın 159’uncu maddesi uyarınca KKTC mülkiyetine dahil edilmiştir. Buna ilaveten Güney’de malı olan ve bunların koçanlarını bir feragatnameyle devlete bırakan Kıbrıslı Türklere, bunun karşılığında İTEM (İskan, Topraklandırma ve Eşdeğer Mal) yasasına uygun olarak eşdeğer bir KKTC koçanı verilmiştir. Böylece Rum mallarının satışında Güney’in muhatabı ne koçan sahibi ne müteahhit ne de bir alıcıdır, bilakis KKTC devletinin ta kendisidir. Rumlar KKTC devletini tanımadıkları için başvuracakları yer Taşınmaz Mal Komisyonu’dur. Bunu geçmişte çıkan AİHM kararları da doğrulamaktadır. O halde Güney’de çıkarılan şahsi tutuklama kararlarının hukuken hiçbir karşılığı yoktur. Ayrıca şu da bir gerçektir ki, Taşınmaz Mal Komisyonu eş değer mülkler için gereken bedelleri anlaşmaların bir gereği olarak hâlihazırda Güney’e ödemeye devam etmektedir. Buradan yola çıkarak Kuzey Kıbrıs’ın anlaşmalara sadık kaldığı görülmekte ve açıkça ispatlanmaktadır. Dolayısıyla KKTC’de Rum malları satışında hiçbir paydaşın tedirgin olmasına da sebep yoktur. Rum makamları tarafından bu açıklamaların, maksimalist taleplerinin farklı bir tezahürü olarak bu defa da müteahhitlerimize gözdağı vermek ve onları KKTC ile Türkiye’ye hapsetmek üzere yapıldığı anlaşılmaktadır.
Tabii burada tedbiri elden bırakmamak lazım. Çünkü Rumların geçmişte yaptıkları çığırtkanlıkları göz önünde bulundurursak, tüm bu olgulara rağmen AB nezdinde veya uluslararası zeminde yine de tutuklama kararları çıkartmayı deneyebilirler. Eğer böyle bir karar çıkar ve yurtdışında tutuklanmalar olursa, tutuklananlar er ya da geç serbest bırakılacaklardır. Çünkü üçüncü devletin mahkemeleri dosyaları incelediğinde herhangi bir usulsüzlük bulamayacak ve davayı gerekçe olmadığı için düşüreceklerdir. Ancak işin bu boyuta gelmesini önlemek için yapılacak stratejik, daha doğrusu caydırıcı bir şey vardır: O da Rum mallarıyla iş yapan müteahhitlerin, henüz değillerse KKTC’nin yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmalarıdır. Aksi takdirde üçüncü bir devlette bir tutuklanma olduğunda KKTC tanınmadığı için olaya hiçbir şekilde müdahil olamayacaktır. Çıkış sebebi her ne kadar farklı olsa da Avukat Akan Kürşat’ın tutuklanmasında da aynı durum söz konusu olmuştur. Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı duruma müdahil olmaya çalışmış, fakat Sayın Kürşat’ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı bulunmadığı için İtalyan makamları Ankara’nın taleplerini reddetmek zorunda kalmıştır. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti pasaportuna sahip olmak ilgili kişiler için en doğru seçenek olacaktır.
Böylelikle gelgelelim KKTC Dışişleri Bakanlığı’nın atması gereken adımlara. Eğer Rum Dışişleri Bakanlığı’nın tehditleri gerçek olur ve KKTC’de faaliyet gösteren müteahhitler hakkında her şeye rağmen bir tutuklama kararı çıkarılırsa; Türkiye ile müşterek hareket edilerek Kapalı Maraş derhal ihya edilip iskâna açılmalı, kâğıttan aslan olan ve bugüne dek hep taraflı davranan BM’nin Ada’daki meşruiyeti resmi olarak sorgulanmalı ve gerekirse Taşınmaz Mal Komisyonu’nun gelecekteki ödemeleri de askıya alınmalıdır. Açık konuşalım! KKTC makamlarının bu adımları atmaktan çekinmesine hiçbir mahal yoktur. Mesele şu ki: KKTC’nin kaybedecek (artık) hiçbir şeyi yoktur. Çünkü Kıbrıslı Türkler sadece sulh içinde yaşamak istemesine ve haklı olmasına rağmen 1950’lerden bu yana bir milletin ödeyebileceği en ağır bedelleri ödemiştir. Bakanlığın böyle veya benzeri adımları atması durumunda en kötü ne olabilir? AB artık KKTC’yi tanımayacak mı? Rum artık uzlaşmayan tavırlarından vaz geçmeyecek mi? Ya da Kıbrıslı Türkleri sindirmeyi hedefleyen ve ona rağmen Kuzey’de kabul edilen Annan Planı’na benzer bir plan önümüze tekrar gelmeyecek mi?
Kıymetli dostlar, bırakın bundan sonra olabilecekleri Rumlar düşünsün. Çünkü Kıbrıslı Türkler hem hukuken hem de siyaseten taleplerinde sonuna kadar haklıdır ve artık kimsenin bu statükonun devam etmesine takati kalmamıştır. Ayrıca şunu da unutmayalım, Dışişleri Bakanlığımız böyle veya benzeri adımları atarsa bunları Rum’un gayrihukuki, gayriahlaki ve bitmeyen maksimalist daha doğrusu çığırtkan tavırları yüzünden atacaktır, keyfine değil!
*****
Haftanın sözü:
Hayatta bulmak için aramak, başarmak için denemek ve ulaşmak için de yürümek gerekir.