Son aylarda, özellikle de son haftalarda KKTC’de yaşanan skandalları derin bir endişeyle izliyoruz. Artık sözün bittiği noktadayız diyebiliriz. Çünkü evrakta sahtecilik müessesesi buzdağının sadece görünen kısmıdır; ne yazık ki rüşvetin her hâli neredeyse devletin her kurumuna yayılmış durumdadır. Bu nedenle Kuzey Kıbrıs’ta acilen bir paradigma değişikliğine, sıfırdan bir düzene ihtiyaç vardır. Bu yalnızca yeni bir hükümet sistemi, yeni bir anayasa ve denetimlerin sıkılaştırılmasıyla sağlanamaz. Sorun artık bunların ötesinde, devletin temelini oluşturan bireylerin manevi ve ahlaki çıkmazına kadar uzanmış durumdadır. Sistemdeki çöküş, kibirli ve maddiyata tapınan bazı bireylerin devletin kilit noktalarına gelmesiyle başlamış ve hızla devam etmektedir. Basından takip ettiğiniz üzere bu kilit noktalardan bazıları ne yazık ki devletin en üst kademedeki makamları olmuştur. Bu durumdan yola çıkarak öyle anlaşılıyor ki, sistem değişse de bazı temel anlayışlar aynı kaldığı sürece bu gidişat değişmeyecektir.
Kıbrıslı Türkler, bir bütün veya büyük Türk milletinin bir parçası olarak her zaman azimleri, kararlılıkları, dürüstlükleri ve ileri görüşlülükleri nedeniyle gıptayla bakılan ve özenilen bir toplum olmuştur. Bu toplum, devletlerin kuruluşunun son bulduğu 20. yüzyıldan önce kendi imkânları dâhilinde, sonra da Türkiye’nin yardımıyla dünyanın kilit noktasında ve emperyalizmin oyun tahtası hâline gelen Ortadoğu’da bir diriliş destanını yazarak egemenliğine sahip çıkmış, nihayetinde de en zor şartlarda kendine bir devlet kurmuştur. Bunu da devrimci vizyonuyla ve cibilliyetinin gereği olan mertliğiyle yapmıştır. Bunun yanında, Ada Türkleri maneviyatlarıyla da her daim öne çıkmıştır. Gerek Hala Sultan’dan aldıkları mirası her zaman sahiplenmeleri gerekse yakın tarihimizin önemli İslam evliyalarından Şeyh Nazım Kıbrısi’nin bu topraklardan çıkması ve ilmiyle, güzel ahlakıyla dünyanın dört bir yanından insanları Lefke’ye çekmesi gibi örnekler bunun göstergesidir. Böyle bir toplumun kurduğu bu ülkede skandalların gündemi şekillendirmesi, karşı karşıya kaldığımız rezaletlere her ne kadar marjinal bir kesim sebep olmuş olsa da, insanı ister istemez kedere sürüklemekte ve düşündürmektedir.
Elbette, küresel konjonktürün ve çağın getirdiği eğilimlerin de geldiğimiz noktada etkisi vardır. Ancak bunun her ülke için geçerli olduğu ve başka bir devlette bu derece büyük skandalların yaşanmadığı gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Dolayısıyla, sorunun bazı temel değerlerin kötüye kullanılmasıyla ilgili olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle, bu çıkmazdan kurtulmak için tek çare paradigma değişikliği veya başka bir deyişle özümüze dönüş, toplumsal, kültürel, tarihsel ve bu mübarek ramazan ayında İslami değerlerimizi tekrar hatırlamak ve yaşatmaktır. İslam’ın emrettiği ve Kıbrıslı Türklerin DNA’sını oluşturan güzel ahlak toplumun tamamına tekrar hâkim olmadıkça, bu tür olayların tekrarlanmasını önlemenin yolu ne kadar sistem değiştirilirse değiştirilsin bulunamaz. Çünkü ahlakı güzel olmayan kişiler sistemleri şimdi olduğu gibi kötüye kullanabilir. Oysaki ihtiyaç olan şey bu ülkeyi kuran iradedir, millet ve devlet sevgisidir ve de en önemlisi harama bulaşma korkusudur. Bunu yakaladığımızda ülkede birçok sorun kendiliğinden çözülecektir.
Bakın Şeyh Nazım zamanında bugünü tasvir eden güzel ahlak hakkında neler söylemiş:
Güzel ahlâk insanlığın ölçüsüdür. Ahlâksızlık, insanı insanlıktan çıkarır. İnsan güzel ahlâkla insandır, güzel ahlâkı olmayan hayvan sıfatındadır.
***
İnsanoğlu için en pis ahlâklar öfke, kibirli olmak, inatçı olmak ve kıskanç olmaktır. Bunlar şeytana aittir.
***
Büyüklenmeyi bırakın ve yumuşak, sakin insanlar olun. Kaba insanlar olmayın. Âlemlerin Rabbi’nin halifeleri için kabalık iyi bir ahlâk değildir.
***
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) insanlara en yüksek ve en iyi ahlâkı öğretmiştir. Kim birbirini aldatırsa ilahi nur ve şeref onlardan alınır. Eğer ahlakımızı ıslah etmezsek, Karun’un hazineleri bile olsa asla insanları ekonomik krizden kurtaramaz.
***
İnsanoğlunun öğrenmesi gereken ilk edep, Yaratan’a karşı iyi ahlaklı olmaktır.
***
Dünya için kavga edenin sonu hüsrandır. Bir şey elde edeceği yok, kaybedeceği çoktur. Maneviyat daima insanoğlunun kavgasını azaltmak içindir. Ahirete inanan adamın dünyaya gözü tok olur. Ahirete inanmayan adamın gönlünde dünyadan başka bir şey olmadığından kavgası çok olur.
Ümit ederiz ki bu sözler bazılarına ilham kaynağı olur. Bu vesileyle Şeyh Nazım’ı rahmetle anarken ramazan ayınızı kutlar; bu mübarek ayın bölgemize, ülkemize ve her birimize güzellikler getirmesini temenni ederim…