Türkiye’de son haftalarda ilginç gelişmeler yaşanıyor. Seçim kampanyasında ‘Türkiye Yüzyılı’ vaadiyle yola çıkan Cumhur İttifakı şimdilerde alışılmadık açıklamalarda ve hareketlerde bulunuyor. Bir yandan eğitim üzerinden tartışmalar sürerken diğer yandan her geçen gün yeni zamlar uygulamaya alınıyor. Aynı zamanda uzun süredir merak edilen emekli maaşının yükseltilmesi konusu geçen haftalarda çok düşük bir oranla karara bağlandı. Bu konuda MHP her ne kadar rahatsızlığını dile getirmiş ve karşı teklifte bulunmuş olsa da AK Parti bunu reddederek konuyu kısa sürede kapattı. Diğer yandan İsveç’in NATO üyeliğine onay verilerek bir faciaya imza atıldı. Bu olay son haftalarda yaşanan belki de en can yakıcı hadisedir. ‘Onlar PKK’yı destekliyor ve (Kuran-ı Kerim’in yakılmasıyla ilgili) tahrik ve tehdit siyasetine boyun eğmeyeceğiz’ diyen hükümet ne oldu da iki gün içerisinde İsveç’in üyeliğine yeşil ışık yaktı?
Hayırdır ya, ‘Türkiye Yüzyılı’ bu şekilde mi inşa edilecek? İşte buyurun daha geçen hafta 15 Temmuz darbe girişimin yıldönümüydü. Bu darbe girişimiyle Türkiye’de kimlerin neler yapmak istediği herkes tarafından biliniyor. O gece Sayın Cumhurbaşkanı’nın canına kastetmek isteyen kişilerle, İsveç’in NATO üyeliğinde ısrarcı olanlar aynı odaklar değil midir? Yine bunlar PKK adlı bir piyon terör örgütüyle on yıllarca Türkiye’nin doğusunda binlerce insanı şehit eden şer tabakaları değil midir? İsveç’in göbeğinde özgürlükle bağdaşmayan, hem gayri hukuki hem de gayri ahlaki olarak bir terör örgütünün flamalarıyla gösterilerine ve bir semavi dinin kutsal kitabının yakılmasına izin verenler yine bu karanlık emellerin aynı neferleri değil midir? Peki seçim öncesinde tüm bunlara tepki veren ve milli çizgide buluşan Cumhur İttifakı ne oldu da birden bu tutumundan vazgeçti?
Kimse kusura bakmasın ‘Bu adımları ekonomi yüzünden atmak zorundalar, çünkü Batı bizi çok zorladı’ gibi yorumlar yapanlar çok yanlış yerde duruyor. Ekonominin kötü olması, yanlış ekonomik kararların alındığı veya belki de Nureddin Nebati’nin iddiasının aksine gözleri ışıldamadığı içindir. Türkiye, sanayi başta olmak üzere çok geç üretim odaklı bir ekonomik modele geçiş yapmıştır. Aynı zamanda tarım ve hayvancılık veya balıkçılık hâlâ daha doğru bir yaklaşımla değerlendirilmiyor. Kura gelince… Yıllar önce, dolar ve avronun ilk yükselişe geçtiği dönemde, niçin sabit kur uygulamasına geçilmedi? O zamanlar böyle bir seçenek konuşulsaydı ve uygulanmaya alınsaydı bugün kur bazlı dalgalanmaları yaşamayacaktık. Peki olan oldu, biten bitti. Evet, doğru. O nedenle artık doğru kararlar alma vakti.
Fakat bu tabloda doğru kararlar almanın ve ekonomiyi diriltmenin yolu vergileri yükseltmekten geçmiyor. Aynı şekilde insana sorarlar: Dünyada Batı’yla bu kadar çıkar çatışması yaşayan başka ülkeler niçin ülkelerimiz kadar ekonomik sıkıntı çekmiyor? Cevabı çok basit: Ekonominin yanında doğru dış politikalar uyguladıkları için. Batı’nın mevcut tabloda hiç mi suçu yok? Tabii ki de var. Zaten tepkimiz de ona. Çünkü madem herkesin zikrettiği gibi ‘Batı bizi zorluyorsa’, o halde İsveç niçin koşulsuz NATO’ya alınıyor? Türkiye niçin bu kozu elinin tersiyle itiyor? Bunun yanında ne oldu da Türkiye, Ege’deki çıkarlarından neredeyse feragat eder oldu? Türkiye neden tekrar AB’ye girmek için omurgasız bir duruş sergilemeye başladı? AB senin üyeliğinde ısrarcı olur, o ayrı. Onu değerlendirir ve kabul edersin. Ama tüm bu hasmane tutumlarına rağmen niçin milletin itibarı ayaklar altına alınarak böyle bir talepte bulunuluyor? Kaldı ki Sayın Cumhurbaşkanı geçmişte bizzat AB’nin Türkiye’yi hiçbir zaman üyesi yapmayacağını ifade etmişti. O halde niçin bu konu gereksizce gündeme getirildi?
Tekrar 2016 öncesi Türkiye’ye dönülmek isteniyorsa izlenen yol doğru. Fakat milli bir çizgide ilerlenecekse bu durum hiç hayra alamet değil. Bu rahatsızlığın AK Parti içerisinde dile getirildiğini bizzat biliyorum. Aynı şekilde MHP’de tepkiler büyük. Türkiye Hükümeti’nin, aldığı kararları tekrar gözden geçirmesinde fayda olduğuna inanıyorum. Konu Kıbrıs’a gelince: En azından şimdiye kadar federal çözümün tekrar değerlendirilebileceği tarzında bir açıklama gelmedi. Fakat Ankara tavizkâr siyasetine devam ederse böyle bir yanlışa dönülebileceği ihtimal dışı değildir. Ümit edelim ki durumlar bu seviyeye gelmez.
Son olarak şunu da belirtmek isterim ki, kimi zaman özel mesajlardan niçin bu kadar sert bir üslupta yazdığımızı veya en azından yazılarımızı yayınlarken hiç korkup korkmadığımızı soranlar oluyor. Bugün buradan yanıtını vereyeyim: Elbette ki korkmuyorum. Burada sonuçta savunduğumuz hakikat ve Türkiye ile KKTC’nin çıkarları. Kaldı ki Batı’da ve geçmişte de AB kurumunun tam kalbinde çalıştığımız için bunların nasıl bir zihniyete sahip olduklarını ve o nedenle milletçe hangi tehditle karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz. Türkiye Hükümeti ve KKTC’deki siyasetçiler de bunun farkında. Buna rağmen, bile isteye yapılan yanlışlara da tepkimiz haliyle sert oluyor. Elbette bu süreçte bizlere de tehdit ve hakaret dolu mesajlar da ulaşıyor. Fakat buna teşebbüs edenlerin, hayatta defalarca cehennemden geçmiş ve yeniden dirilmiş birisini ölümle veya başka bir tehditle korkutamayacaklarını bilmeleri lazım. O nedenle bize bugüne kadar dolaylı veya dolaysız uzatılan kirli sözleri bu vesileyle buradan sahiplerine aynen ve topluca iade ediyorum. Buna karşın bizlere bugüne kadar destek mesajı gönderen tüm okurlarımıza da tekraren teşekkürlerimi ifade ediyorum. Sağ olun, var olun.
İki hafta sonra daha pozitif bir gündemle görüşmek ümidiyle şimdilik hoşça kalın.
*****
Boş yere konuşmak ömrü kısaltır. Çok konuşmak ahmaklığın asli emaresidir. Ömrün kısalmasıyla beraber insanın hafızasının da nakıs kalmasına sebebiyet verir.
Seyyid Muhammed Ruhi