Ukrayna savaşı ve KKTC

Savaşın kazananı olmaz fakat savaş bazen yeni fırsatlar doğurur ve uluslararası arenada kartlar yeniden dağıtılır. Varacağım yer, tahmin edebileceğiniz üzere Ukrayna savaşı. Kimi analistler bu savaşla Demir Perde’nin yeniden örüldüğünü söylüyor, kimileri de dünyanın bu savaşla çok kutuplu sisteme geçişin sancılarını yaşadığını ifade ediyor. Ben iki görüşe de katılmıyorum. Dünya çok kutuplu sisteme fiilen geçeli zaten yıllar oluyor. Ayrıca bu savaşın komünizmle kapitalizminin savaşı olmadığı da çok açık. Yaşadığımız devirde ideolojiler sadece birer araç. Neyin aracı? Bir bölgenin veya dünyanın üzerinde hâkimiyet kurmanın aracı. Çok kutuplu dünyanın kemikleşmeye başladığı bu dönem, karşılıklı çıkarların gözetildiği ve eski hesapların kapatıldığı bir dönem. Hesaplardan kastım Batı’nın dünyayı sömürdüğü ve bazı ülkeleri aşağılandığı dönemin hesaplaşmalarıdır ki bu ülkelerin başında Çin ve Rusya gelmektedir. Unutmayalım ki ülkeler insanlar tarafından yönetilir ve insan psikolojisi de devlet yönetiminde yankı bulur.

Aşağılanmış bir birey nasıl öfke ve hırsla kendini ispat etme veya aşağılayana zarar verme psikolojine girebiliyorsa, halkların da bireyler topluluğu olarak aynı psikolojiye girmesi afaki değildir. Halkın içinden çıkan devlet başkanlarının da bu hırsla yükselen, kendini tamamen ülkesini güçlü kılma davasına adayan ve kahraman olma ülküsüne inanan bireyler olarak, bu halk psikolojisinin tercümanı olduğunu görmek de pek zor değil, tıpkı Putin ve Şi gibi. Bu iki devlet başkanının hikâyesini okuyan herkes neyi kastettiğimi çok daha iyi anlayacaktır. Her biri de ülkesini bir üst lige taşımanın mücadelesini veriyor, benzer bir şekilde geçmiş asır(lar)daki ABD başkanlarının yaptığı gibi. Rusya ve Çin’in ABD emperyalizminden tek farkı, değişik bir ekonomik ve siyasi sistem veya yorumla bu hedeflere ulaşmaya çabalamalarıdır. Bu da yine yukarıda bahsettiğim psikolojinin bir parçasıdır. Zira takdir edersiniz ki her devlet kendi konseptinde bir “başarı hikâyesi” yazmak ister. Tabii herkesin başarı anlayışı farklıdır. Başarı bence büyük balığın küçük balığı yutması değil, bilimle yoğrulmuş en iyi (siyasi, ekonomik, vs.) fikirlerin kazanmasıdır. Yani kısacası emperyalizmin her türlüsü kötüdür. Milletçe her türlü emperyalizme karşı olduğumuza da inanıyorum.

Emperyalizmin en büyük savunucusu şüphesiz ABD’dir. O nedenle de ABD, Ukrayna savaşında (her ikisini ne kadar savunmuyor olsam da) Rusya’ya ahkâm kesecek son ülkedir. Bir savaşı yorumladığımızda her zaman önce şu soruyu sormak zorundayız: Bu savaştan kim yararlanıyor? Cevabı yanıtlamaya kalktığınızda bu savaştan en çok ABD’nin yararlandığını göreceksiniz. “Doğu Akdeniz’de Satranç” adlı kitabımda da dile getirdiğim üzere ABD yıllardır Avrupa’ya kendi ürettiği kaya gazını satmaya çalışıyor. Zira elinde kendi tüketim ihtiyacından çok daha fazlası var. Diğer yandan ABD büyük bir ticaret açığı sıkıntısı içinde ve Avrupa’da son yıllardır kendisine karşı muhalif sesler gittikçe yükseliyor. ABD’nin Kuzey Akım 2’ye olan itirazı da bu bağlamda değerlendirilmeli. Hatta AB ülkeleri NATO’ya alternatif bir Avrupalı askeri birliğin kurulmasını öneriyordu. O nedenle hem Avrupa’ya nüfus edebilmek hem de cari açığını kapatabilmesi için bir şeylerin değişmesi gerekiyordu. Kaldı ki Çin Avrupa’da aynı zamanda ekonomik nüfusunu epeyce arttırdı. Ve gelgelelim ki Avrupa’da bir savaş çıktı ve bu savaş hem NATO saflarını sıklaştırdı ve Batıyı birbirine kenetledi, hem de Avrupa’yı alternatif gaz arayışına sevk etti. Bu kimin işine yaradı dersiniz? Evet, doğru. Elbette ki ABD’nin.

Bir emperyalist güç olarak ABD hiçbir zaman kazan kazan esasına dayalı olarak değil tam aksine hep kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmiştir. Bu sebeple Vaşington yönetimi zamanında Irak’ta savaş başlatmamış mıydı? Oraya yerleşmesinin sebebi petrol yatakları ve Büyük Ortadoğu Projesi değil miydi? Peki, petrol yataklarından istifade etmek için savaş başlatan ABD birçok sıkıntısını giderecek Avrupa’daki bir savaşı neden desteklemesin? Üstelik bu savaşa dahil olmadan yani eli kirlenmeden kendi lehine gayet güzel sonuçlar elde ediyor. Zaten ABD ekonomik sıkıntılar yüzünden yeni bir savaş macerasına girecek durumda da değil. Aynı zamanda da savaşa müdahil olmadığı için dünyaya güya yumuşak güç ve barıştan yana olduğunu gösterip imajını düzeltiyor. Peki, bu kadar tesadüf normal mi? Tabii ki değil. Öyleyse bu savaşın başlama sebebine gelelim.

ABD son yıllarda Ukrayna’nın Batı’nın bir parçası olması tehdidiyle Rusya’yı sürekli kışkırttı. Oysaki Rusya en başından kendi güvenliği için sadece Ukrayna’nın NATO’ya katılmayacağına dair bir taahhütname istemişti. Fakat bunu Batı uzun süre kabul etmedi. Kabul etmemesi için geçerli sebepleri var mıydı? Elbette yoktu. Peki, sonra ne oldu? ABD darbe misali Zelenskiy’i devlet başkanı olarak göreve getirdi (ki biliyorsunuz insanların aklıyla alay eder gibi öncesinde de Zelenskiy’nin başrol oynadığı bir filmde tam da aynı senaryoyu anlattılar, bu filmi Netflix’ten izlemenizi tavsiye ederim.) Bu arada Afganistan’da olduğu gibi halka da “Sizi Batı dünyasına bağlayacağız, refah seviyesini arttıracağız,” gibi bir sürü Amerikan rüyası vadettiler. Sonunda ne oldu? İnsanlar buna inandı, provokasyonlar şiddetini arttırdı, Batı Ukrayna’ya epeyce nüfus etti ve Putin sonunda savaşa başladı. Putin en başta taleplerinde haklıydı fakat bu provokasyona gelip savaşı başlatmasıyla çok büyük bir hatanın içine düştü ve bir insanlık suçu işledi. Üstelik haklıyken haksız duruma düştü. Kaldı ki Türkiye-KKTC-Azerbaycan misalinde olduğu gibi kendi kardeşi bildiği ülkeye saldırdı ve sonunda oradaki sivilleri hedef aldı. Sivillere gittikçe saldırmasının sebebi de Putin’in şiddeti artırarak Ukrayna hükümetini kapitülasyona zorlamak ve böylece bu savaşı mutlak zaferle taçlandırmak istiyor olması. Çünkü eğer başarısız olursa hem kendi sonu gelecek hem de güçlü ve büyük Rusya hayali suya düşecek. Bu da girişte savunduğum tezi desteklemekte.

Peki, bu savaşın kaybedeni kim? Şüphesiz Rus ve Ukrayna halkı. Son dört haftada binlerce Ukraynalı öldü ve maalesef ölmeye de devam ediyor. Milyonlarca insan evinden ve yurdundan oldu. Oysaki Ukraynalılar sadece onlara vaat edilen bir öyküye inanmıştı ve bu olayda onların hiçbir suçu yoktu. Onlar da Batı’nın pazarladığı gibi “modern bir dünyanın” parçası olmak istiyordu. Ama sonunda balon patladı ve Afganistan’da olduğu gibi aldatıldıklarını ve Batı’nın kendi çıkarı uğruna onları yarı yolda bıraktığını anladılar. Zelenskiy’nin iki hafta önceki sözleri de bunu ispatlıyor. Ne demişti Zelenskiy? “Bu savaşta kimin dost kimin düşman olduğunu ve NATO’ya hiçbir zaman alınmayacağımızı öğrendik.” Bunu söyleyen de ABD desteğiyle göreve gelen bir adam. Ama helal olsun ülkesi için orada büyük bir savaş yürütüyor ve birçok Batılı liderden delikanlı çıktı. (Bu vesileyle Atatürk’e atıfta bulunmadan devam etmek istemem. Ulu Önder zamanında “Uyuyan milletler ya ölür ya da köle olarak uyanır,” demişti. Evet, bir rüya uğruna uyuyan Ukraynalılar Atatürk’ün bu sözüyle ne kadar haklı olduğunu göstermiş oldu.)

Savaşın diğer kaybedenleri yukarıda ifade ettiğim üzere en az Ukrayna halkı kadar masum olan Rus halkıdır. Ruslar bugün tarihin en ağır yaptırımlarıyla karşı karşıya. Bu sebeple yıllardır kurtarıcı olarak gördükleri Putin de birden gözlerinden düştü ve isyanlar başladı. Kaybedenler ayrıca sadece Rusya’da yaşayan Ruslar değil, aynı zamanda Batıdaki Rus kökenli insanlar. Batı maalesef bir kez daha faşist yüzünü göstererek oradaki Rus kökenlilere saldırmaya başladı. Irkçılık arttı, hastaneler Rus hasta kabul etmemeye başladı ve Rus edebi eserler yasaklandı. Yani kısaca cadı avı başladı. Şimdi sormak lazım: (Batıda yaşayan) Rusların suçu ne? Rus kökenli arkadaşlarım bana son haftalarda Almanya’da yaşadıklarını anlattı ve duyduklarıma açıkçası inanamadım veya inanmak istemedim.

Şimdi de siz okuyuculara bir soru sormak istiyorum: Rus kökenliler ana vatanları yani Rusya varken bile Batı’da böylesi muameleye layık görülüyorsa bu Batı bize federal bir çözümde ne yapmaz? Ben söyleyeyim. Önce İngiltere’nin yıllar önce başlattığı göç politikasını teşvik eder, sonra adada yerleşim yerleri üzerinde Ali Cengiz oyunları oynar, en sonunda seçimle adanın kuzeyindeki resmî kimliği değiştirir ve Türklüğü bu topraklardan silip atar. Sonra da geriye Kıbrıslı Türkler’in gidecekleri tek vatanları Türkiye kalır. Peki, bunları önce hangi vaatle yapar? Aynı Ukrayna’da olduğu gibi Batı’ya bağlanarak “modern bir dünyanın parçası” olma vaadiyle. Yani şu an yaptıkları gibi. O nedenle buradan halen bu rüyadan uyanmayan arkadaşlarıma sesleniyorum: Lütfen artık gerçekleri görelim. KKTC’de bazı siyasi partilerin üyeleri, özellikle de “Türk askeri tecavüzcü” diyecek kadar alçalan bir vekilin partisinin birkaç üyesi, geçenlerde bir Batılı büyükelçiyle görüşüp sonra Twitter’da bu kişiyle fotoğrafını paylaşarak ona minnettarlığını ifade ediyor. Sonra Kıbrıslı Türkler Batı’nın bir parçası olursa her şeyin yoluna gireceği gibi şeyler ima ediyor. Birçok genç de buna inanıyor. Beğeni butonları çöküyor. Yapmayın. Etmeyin. Bu büyükelçi sizi boşuna kabul etmiyor. Bu oyuna artık gelmeyelim. Kendimize güvenelim. Kimseye minnettar olmak zorunda değiliz.

Türkler adada eşit bir halktır ve bir devlete sahiptir. Sürekli egemenliğimizi tartışmayalım. Bende tabii ki ekonomik sıkıntılardan haberdarım. Ama bu geçici bir süreç. Yeri gelince merhum Dr. Fazıl Küçük’e ve Rauf Raif Denktaş’a minnettarız diyoruz, şehitlerimizi saygıyla anıyoruz. Peki, bunun dışında ne yapıyoruz? Onlar kadar dirayet gösteriyor muyuz? Onların mirasına sahip çıkabiliyor muyuz? Her ekonomik sıkıntıda havlu mu atacağız? Bu devleti kurmak kolay olmadı. Keyfiyetten veya tesadüfen de KKTC kurulmadı. Sebebini tüm dünya ve hepimiz biliyoruz. Ama Batı gerçekler karşısında susuyor, adada bir soykırım yaşandığında sustuğu gibi. Biz de ne yapalım? Cici görünüyorlar diye şimdi bunların boynuna mı atlayalım? Unutmayalım ki adada bugün sonuna kadar haklı olan taraf biziz, suçluluk psikolojisine ve minnettarlık duygusuna girecek birileri varsa, o da Rumlardır. KKTC’de eksiklikler var, evet. Kur bazlı ve sistem gereği ekonomik sıkıntıların dışında en önemli sorunlarından biri de liyakat sisteminin pek güçlü olmaması. Fakat tüm bu sorunları kendi içimizde (ve Türkiye ile koordineli olarak) çözmemiz gerekir. Egemenliğimizi başkasına vererek belki bu gibi sorunlar çözülür fakat daha kötüleri gelir çatar. İlk yazımda da söyledim burada da söylüyorum. İstersek Batılılar gibi yaşayabiliriz. Hatta AB’nin bir parçası da olabiliriz. Buna kimsenin itirazı olduğunu düşünmüyorum. Ama bunun için aynı göz hizasında masada oturmamız ve egemenliğimizi tartışmamamız gerekir. Bu da federal bir çözümle mümkün değil.

Ukrayna’ya dönecek olursak, savaşta kartların yeniden dağıtıldığını başta ifade etmiştim. Ve Ukrayna savaşında da böyle oldu. Savaş Türkiye ve KKTC için büyük fırsatları beraberinde getirdi. Türkiye Cumhuriyeti bu savaşta üstlendiği arabulucu rolüyle Batı’yla ilişkilerini düzeltmeye başladı ki bu sebeple kurdaki dalgalanmaların orta vadede düzeleceğine ve kurun yavaşça düşeceğine inanıyorum. Tabii burada esas olan Türkiye’nin bundan sonra atacağı adımlardır. Ankara doğru hamleler yaparsa hem Türkiye hem de KKTC ekonomisinin yakında rahatlayacağına inanıyorum. Üstelik Türkiye-İsrail ilişkileri rayına tekrar oturursa (ki Herzog’un Ankara ziyareti bunun ilk adımıdır) Türkiye’nin enerji konusunda eli güçlenecektir. Sizin de takip ettiğiniz üzere, Doğu Akdeniz Boru Hattı’nın asıl amacı, Avrupa’nın Doğu Akdeniz gazıyla Rus gazı ihtiyacını azamiye indirmekti. Fakat Türkiye jeopolitik ve ideolojik sebeplerden dolayı projeden dışlanmak istenince Boru Hattı maliyeti sebebiyle rafa kalktı. Zira hat İsrail’den başlayarak denizin altından önce GKRY’ne oradan da aynı şekilde Yunanistan üzerinden Avrupa’ya döşenecekti. Bu da denizin derinliği ve boru hattının uzunluğu göz önünde bulundurulduğunda son model teknolojiyi gerektiriyordu ve o nedenle pahalıya mal olacaktı. Tabi sonunda proje gerçekçi olmadığı için rafa kalktı.

Şimdi Doğu Akdeniz gazının, düşük maliyetli olacağı için doğal bir rota olan KKTC ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması tartışılıyor. Eğer bu gerçekleşirse uluslararası bir boru hattı KKTC’den geçecek. Bunun için de birçok heyet KKTC yönetimiyle görüşmek zorunda kalacak. Bu da KKTC’nin en azından fiilen tanınmasına vesile olacaktır. Ayrıca Türk tarafın baskısıyla GKRY Münhasır Ekonomik Bölgesi’ni revize etmek zorunda kalabilir ve ada Türkleriyle gaz haklarını paylaşmak için en azından masaya oturmaya ikna olacaktır. Avrupa gaz ihtiyacını gidermek için Kıbrıs sorununu hızlıca çözüme kavuşturmak isteyecek ve Türk tarafının tavizsiz duruşuyla da ada Türkleri lehine birçok kazanım elde edilebilecektir veya en azından birkaç engel aşılabilecektir. Mesela en azından Avrupa’dan Ercan’a direk uçuşlar başlayabilir. Aynı şekilde Rus turistler ve oligarklar GKRY’ne gidemeyecekleri için KKTC alternatif turizm rotası ve yatlar için güvenli liman teşkil edebilir. Bu da turizm potansiyelimizi arttıracaktır. Ayrıca Türkiye ticari dengeyi doğru kurarsa Rusya uluslararası ambargolar yüzünden Türkiye ile iyi ilişkiler sürdürmek isteyecektir. Bu fırsatla Türkiye’nin ticari ilişkilerin devam etmesi veya daha da gelişmesi karşılığında Rusya’dan KKTC’nin tanınmasını isteyebileceğine inanıyorum. Bunun için tabii birçok denge gözetilmeli ve doğru zamanda doğru hamleler yapılmalı.

Ümit ederim ki KKTC ve Türkiye bu fırsatları kaçırmayarak çok farklı bir dönemin kapılarını aralar. Son olarak ilk yazıma onca destek mesajı gönderen arkadaşlarıma ve okurlara çok teşekkür ederim.

Bir sonraki yazımda size KKTC ve Almanya’daki arkadaşlarımdan misaller vererek hayat pahalılığı kıyaslaması yapacak, üretim odaklı ekonomik modelin önemine vurgu yapacağım ve yeni hükümetin ilk haftalardaki performansını değerlendireceğim.

Sağlıcakla kalın. İki hafta sonra görüşmek üzere!

Kıbrıs Postası

Picture of Kaan
Kaan

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

In Category

Lifestyle

Risus commodo viverra maecenas accumsan lacus vel facilisis.

Scroll to Top