“Ya istiklal ya ölüm!” Bu sözlerle Gazi Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919´da Türk Kurtuluş Savaşı’nı başlatmıştır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da Atatürk bugünü Türk gençliğine armağan etmiştir. Küçük kutlamalara indirgeniyor ve gelenek haline gelen mesajlarla anılıyor olsa da 19 Mayıs çok büyük bir öneme sahiptir. Zira 19 Mayıs küçük bir bölgeye sıkıştırılmak istenen ve neredeyse iflas eden bir milletin küllerinden yeniden doğuşu demektir. Bu öyle bir savaşın başlangıcıdır ki imkânsızı başaran atalarımız, coğrafyamızı yeniden şekillendirmek isteyen İtilaf Devletlerinin hevesini kursağında bırakmış ve Sultan Alparslan’ın öngördüğü gibi Türk milletinin, ebedi vatanı olan Anadolu’ya kök salmasını sağlamıştır. Bu da yetmemiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletini muhasır medeniyetler seviyesi üzerine çıkarma vizyonu ile modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Son olarak da Atatürk’ün ve Tayfur Sökmen’in (Bunu bilmeyenlerin Sn. Akıncı’nın açıklamalarından sonra öğrenmiş olduğunu düşünüyorum.) üstün gayretleriyle Hatay Devleti ata yurduna katılmıştır. Böylece bugünkü sınırlarıyla anavatanımız son halini almıştır.
Türkiye halkının yanı sıra Kıbrıs Türkleri olarak bizim de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e birçok şey borçlu olduğumuzu bu vesileyle ifade etmek isterim. Öyle ki, Atatürk’ün Kıbrıs Türkü’ne örtülü ödenekten verdiği destek, Kıbrıs’a bir dönem gönderdiği öğretmenler ve milletvekilleri sayesinde bizlerin bugün modern ve vizyon sahibi bir dünya görüşüne sahip olduğumuza inanıyorum. Bu nedenledir ki Gazi Mustafa Kemal ülkemizde her kesim tarafından hayırla yâd edilen ve sevilen bir liderdir. Aynı şekilde unutmayalım ki Atatürk’ün teşviki sayesinde ada Türkleri bugün Latin alfabesini kullanmakta ve bu sayede birçok kolaylık yaşamaktadır. Bu da bizim Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte geliştiğimizi, bir çınar ağacı gibi birlikte yeşerdiğimizi göstermektedir. Hatta bu örnek Kıbrıs Türk halkının modernizmi, birilerinin kibirlerine inat, beğenmedikleri Türkiye’den öğrendiğinin kanıtıdır. Ayrıca Atatürk’ün, “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece ikmal yollarımız tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir.” sözünden yola çıkarak Ata’nın vefatından sonraki Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri önce Zürich ve Londra Antlaşmaları, daha sonra da Kıbrıs Barış Harekâtı ile adada varlığımızı teminat altına almıştır. Tüm bu gerçekler ortadayken bugün Atatürk ve silah arkadaşlarının bizlere yani Türk milletine miras bıraktığı Türkiye’yi sömürgeci ilan eden, “Yes be annem” çığlıkları atan, Güneyde bayraklarımızın yakılmasına suspus olup buna rağmen adayı tekrar birleştirmek isteyen ama aynı zamanda kendisini Atatürkçü gören bazıları, ne büyük bir çelişki içinde olduklarını belki okudukları bu satırlarla anlarlar.
Bakınız, 19 Mayıs’tan 100 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti bugün de post-modern bir istiklal savaşı vermektedir. Birileri şimdi yine bu durumu küçümsemeye kalkıp bizi gerçekleri görmeye davet edecek. Diyecekler ki: “Yahu o günler geçti dünya artık değişti.” Ben de onlara ısrarla gerçekleri göstermeye devam edeceğim. Bugün Türkiye böyle bir istiklal savaşı vermeseydi, kur üzerinde bunca oyun oynanır mıydı? Bu denli fahiş fiyat artışları görülür müydü? (Ne tesadüf ki böyle bir uygulama son yıllarda kendisini göstermeye başladı.) Türkiye sistematik bir göçle sınanır mıydı? Alevi-Sünni çatışması çıkarılmaya çalışılır mıydı? Kürt sorunu adı altında PKK ile Türkiye’yi bölmek denenir miydi? Ama şu da bir gerçektir ki böyle bir mücadele sadece Türkiye’de verilmiyor. Kıbrıs da elbette bundan (Türk lirası kaynaklı sıkıntılar ve ambargolar dahil) nasibini alıyor. Neden mi? Çünkü dikkat edersiniz ki bizi Türkiye’ye genel olarak düşman edemeyenler, bugün ülkemizde sağ-sol, dindar-laik, Türkiye karşıtı ve Türkiye tarafı gibi bir toplumsal bölünmeye teşvik ediyor. Zira onlar da gayet iyi biliyorlar ki toplumumuzu böldüklerinde bizi rahatça yönetebilecekler. Bunların ataları da coğrafyamızda “divide et impera” stratejisini uygulayıp devletleri rastgele bölmemiş miydi? Bu satırları yazarken kimilerinin “Bu çocuk da komplo teoricisi çıktı,” diye bir düşünceye kapılacağını biliyorum. Bunlar sadece benim fikirlerim değil, aynı zamanda Almanya Hükümeti’nin danışmanlarından birkaçı ve okuduğum siyasal bilgiler bölümündeki hocalarım da bana bunları söyledi. Bir Alman’ın gördüğünü maalesef ülkemizde kimileri (ve sözde Atatürkçüler) görmüyor, göremiyor veya görmemezlikten geliyor.
Peki, bugün neden esasen bize ait olan topraklarda bir mücadele vermek zorunda kalıyoruz? Çünkü İbn-i Haldun’un anımsattığı ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi: “Coğrafya kaderdir.” Yaşadığımız Doğu Akdeniz Bölgesi veya Ön Asya her ne kadar cennetten bir yer olsa da bir o kadar tehlikelidir. Tehlikeli olmasının sebebi bu toprakların kaynakları ve stratejik konumu itibariyle dünya için çok önemli olmasıdır. Sadece Ukrayna-Rusya savaşı bile bunu kısmen özetlemeye yetmektedir. Zira Avrupa, Rus gazından kurtulmak için aceleyle yakın coğrafyalardaki doğalgaz kaynaklarına yöneldi ve bu bağlamda zaten ilgili olduğu bölgemizin doğalgazının önemi daha da artmış oldu. Tabii bölgemizin önemi sadece doğalgaz rezervleriyle sınırlı değil, bunun birçok boyutu var: Jeostrateji, askeri, ekonomi, lojistik, ticaret vs. Burada yazıyı uzatmamak için daha fazla detaya girmek istemiyorum. Bilgi edinmek isteyenler “Doğu Akdeniz´de Satranç” adlı kitabımı okuyabilirler. Orada hepsini uzunca anlattım.
Asıl varmak istediğim nokta şu: Bölgemiz, dünya ve özellikle de Batı için önemli olduğu ve II. Dünya Savaşı sonrasında Batı’nın burada egemenliğini fiilen kaybettiği için günümüzde bazı hesaplaşmalar halen devam etmektedir. (Buna gülen varsa lütfen çıkar çatışmaları sebebiyle iki aydır Ukrayna’da yaşananlara bir baksın. Aynı şekilde Irak Savaşı’nı, Arap Baharı’nı ve Atatürk’ün eserlerini iyi okusun. Ayrıca bkz. “Ukrayna Savaşı ve KKTC” başlıklı makalem) Bu hesaplaşmalardan nasibini Türkiye ve özellikle güvenli ve stratejik konumu itibariyle adamız Kıbrıs da almaktadır. Öyle ki, Kıbrıs üç kıtaya yakınlığıyla ve uluslararası deniz yollarının güneyinde kesişmesiyle çok eskilerden beri imparatorlukların ve daha sonra küresel güçlerin odağı haline gelmiş bir yerdir. Konumu önemli olmasaydı 19. yüzyılda dönemin İngiltere Başbakanı Benjamin Disraeli şu sözlerle adanın Büyük Britanya’nın Ortadoğu politikası için vazgeçilmez olduğunu saptamazdı: “Kıbrıs, Ön Asya’nın anahtarıdır.” Bu nedenle günümüz emperyalist devletlerinin kendi çıkarları için adamızdan vazgeçmesi mümkün değildir ve aynı sebeple bugün Büyük Britanya Ordusu’nun Kıbrıs’ta halen iki askeri üssü bulunmaktadır.
Gelgelelim adadaki federal çözümü savunanlara. Onlara buradan her ne kadar fayda etmeyeceğini bilsem de seslenmek istiyorum: Adada ilelebet var olmak ve torunlarımıza güzel yarınlar bırakmak istiyorsak Türkiye ile müşterek hareket etmek zorundayız. Türkiye ile sadece ortak tarihimiz, kültürümüz ve halkıyla aynı etnik kökenimiz yoktur. Aynı zamanda aynı coğrafyayı ve dolayısıyla aynı kaderi paylaşıyoruz. O nedenle ya atalarımızın ve Atatürk’ün çizgisinde ilerler ve Türkiye ile güçlerimizi birleştirerek beraber oluruz ya da 1974 öncesi gibi bir durumla karşı karşıya kalıp hepten kaybederiz. Seçim de karar da bizim. Güney basınını takip edenler ve yurtdışındaki akrabalarıyla görüşenler buralarda Türklere karşı nasıl bir nefretin hâkim olduğunu bilirler. Ben buna her gün bizzat şahitlik ediyorum. Yurtdışında yaşayan birçok Türkiye, Batı Trakya ve Kıbrıslı Türklerin de aynı şekilde bir durum ile karşı karşıya olduklarını biliyorum. Siyasi tartışmalardan ve “Dış güçler bizi tehdit ediyor” gibi klişe sözlerden elbette hepimiz bıktık. Fakat karşımızdaki acı ama gerçek tablo maalesef bu. Keşke İtalyanlar gibi biz de beka sorunuyla karşı karşıya olmasak, kafelerde oturup güzel şeyler hakkında konuşabilsek. Ama unutmayın coğrafya kaderdir ve o nedenle, evet yıpratıcı olsa da, hep uyanık olmak zorundayız. Günümüz İstiklal Savaşı’nı kazanmayı ve tüm oyunları bozmayı bizlere savaşarak bugünleri armağan eden Mustafa Kemal Atatürk’e ve kendi kurucularımız rahmetli Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Raif Denktaş’a borçluyuz. Burada özellikle çok ümitli olduğum gençlere büyük görevler düşüyor. Bu görevleri gelin 19 Mayıs’a özel bizzat Atatürk’ten dinleyelim:
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen; Türk istiklalini, [Kıbrıs] Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Mustafa Kemal Atatürk
Kıbrıs Türkü sadece Kuzey Kıbrıs’ın değil aynı zamanda Türkiye’nin de asli sahibidir! O nedenle bu satırlar hem Türkiye Cumhuriyeti hem de KKTC için geçerlidir. Kıbrıslı Türk gençlerin bu nedenle de savunmaları gereken iki vatanları vardır.
19 Mayıs’ımız kutlu olsun…