Türkiye’de meydana gelen Kahramanmaraş merkezli iki yıkıcı depremin üzerinden üç haftadan fazla bir süre geçti. Buna rağmen içimizdeki acı hâlen ilk günkü kadar taze. Bir yandan yitirdiğimiz canlara ve gencecik kardeşlerimize üzülüyoruz. Diğer yandan da Türkiye’de artçıların devam etmesinden ötürü deprem ve tsunami bölgesinde yer alan adamızda can güvenliğimize yönelik kaygılarımız her geçen gün artıyor. Bunun yanında toplumsal hafızamıza kazınan son haftaların travmatik gelişmeleri ve yaslı ailelerimizin kederleri, zaten bize başlı başına deprem gerçeğini ve karşı karşıya kaldığımız tehdidi ister istemez anbean hatırlatıyor. Esasen 1999 yılından önce ve Annan Planı döneminde kontrolsüzce inşa edilen betonarme binaların büyük oranda sağlam olmadığını varsayarsak, içinde bulunduğumuz tablo karşısında karamsarlığa kapılmamak açıkçası pek de mümkün değil. Bu sebeple toplumumuzda korkunun hâkim olması da gayet doğal. Ortadaki risk ve korkuyu bertaraf etmenin tek yolu ise yapı denetimlerinin sağlanması ve depreme dayanıksız binaların hızlıca tahliye edilmesidir. Zira geçen yazıda da vurguladığımız üzere deprem değil ihmaller öldürür.
Unutulmamalıdır ki İtalya, ABD ve özellikle Japonya gibi birçok farklı ülkede de insanlar deprem tehdidiyle her an karşı karşıyadır. Fakat oradaki jeolojik afetler (istisnalar hariç) sıkı yönetmelikler ve denetimler gereği genellikle bölgemizdeki kadar can kaybına sebep olmamaktadır. Belki bu nedenle bizlere kıyasla o ülkelerde depreme yönelik korku iklimi nispeten daha ılımlıdır. Buradan yola çıkarak şu an ülkemizin ilk önceliği kentleri güvenli bir yer hâline getirmek olmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’deki depremlerin açıkça ortaya koyduğu üzere; sağlam olmayan yapılaşmanın, savaş veya terör tehditlerinden daha büyük bir milli güvenlik sorunu teşkil ettiği de göz ardı edilmemelidir. O hâlde hükümet ve yerel yönetimlerin tamamı geçtiğimiz günlerde bazı belediyelerin başlattığı yapı denetim seferberliğine ortak olmalıdır. Bunun yanında geçtiğimiz hafta Hatay depreminden sonra verilen tsunami uyarısına takiben, yetkili makamların bir an önce GSM operatörleriyle olası bir tsunami afetinde erken uyarıların SMS yoluyla yurttaşlara saniyeler içerisinde ulaşmasına yönelik bir çalışma başlatması gerektiğine inanıyorum. Ayrıca jeofizik mühendislerinin önerdiği üzere bundan böyle yeni yerleşim alanları belirlenirken mutlaka iç veya yüksek kesimler ve kaya gibi sağlam zeminler tercih edilmeli, imar ruhsatları da bu doğrultuda verilmelidir.
Son olarak da eski yapıların yoğun olduğu bölgelerde insan, doğa ve yaşam odaklı topyekûn bir kentsel dönüşüm çalışması başlatılmalı ve bazı beldeler bu bağlamda yeni baştan inşa edilmelidir. Bu görevi de mimar, akademisyen ve şehir plancılarından oluşan siyaset üstü bir komisyon yürütmelidir. Her ne kadar canımız yanıyor, işimiz zor ve vaktimiz dar olsa da önümüzdeki fırsatı iyi değerlendirerek değişime tabi olan yerleri Avrupa, Amerika, Yeni Zelanda ve Avustralya’da olduğu gibi belde sakinlerinin tüm ihtiyaçları gözetilerek modern ve geleneksel mimari tarzların sentezi şekilde, yani kısacası özveriyle ihya etmeliyiz. Çünkü bundan sonra dönüşecek yerlerde yapılar kalıcı olacaktır ve o nedenle yapılacak hataların telafisi bilahare pek de mümkün olamayabilir. Bunun bedelini de hepimiz ve özellikle bizden sonraki nesiller daima çekecektir. Oysaki toplumun sadece ikamet edebileceği değil; bilakis sosyalleşeceği, kültür sanat etkinliklerine katılabileceği, gelişeceği ve sokaklarında kaybolabileceği yerlere de ihtiyacı vardır. Eğer hakikat böyle olmasaydı dünyada birçok insan Paris, Roma veya Amsterdam gibi şehirlerde yaşamak veya en azından oraları görmek için büyük çaba sarf etmezdi. Ayrıca şehirlerin insan psikolojisinden, kriminal vaka oranlarına ve toplumsal barışa kadar geniş bir yelpazede ciddi bir etki alanına sahip olduğu da bilinmelidir. Hâl böyleyken ya önümüzdeki süreçte toplumumuzun keyifle yaşamak istediği ve dünyada cazibe merkezi hâline gelebilecek huzurlu beldeler inşa edeceğiz ya da bugüne kadar olduğu gibi ranta ve betona dayalı ucubeler yaratarak geleceğimizi karartacağız. Eğer ilk seçeneği tercih edeceksek yapılması gereken bellidir: Bilime dayalı bir kentsel dönüşüm sürecini gayret ve sabırla sürdürmek.
Bilgi notu: Ülkemizin önde gelen mimarlarından Onur Olguner’in sosyal medya sayfalarını takip ederek yukarıdaki görüşlerle büyük oranda örtüşen somut öneriler görebilir ve doğru kentleşmeyle ilgili daha fazla bilgiye erişebilirsiniz. Bu yazıyı hazırlamadan önce kendisinin görüşlerine de başvurduğumu belirtmek isterim.
*****
Haftanın sözü:
İnsan yaşadığı şehre benzer.
Edip Cansever