Değerli okurlar, biliyorum ki yorgun ve bitkinsiniz. Bu aralar ülkemizde hiçbir şey toplumumuzun istediği gibi gitmiyor. Bir yandan siyasetçilerin çıkar oyunları ve kibirleri, diğer yandan liyakatsizliğin ve üretim eksikliğinin getirdiği sosyal hayatımızı oldukça etkileyen ekonomik sıkıntılar. Tabii en önemlisi de bitmeyen çözüm süreci ve onun hayatımıza yansımaları. Oysa bu karmaşanın arasına sıkışıp kalan Kıbrıs Türk halkının büyük çoğunluğunun sadece iki isteği var: Normal bir hayat sürmek ve bizden sonraki nesillere güzel bir vatan bırakmak. Bunu gerçekleştirmek için ise yeni bir başlangıca ihtiyaç var. Bu satırları okuyan birçok kişi “Keşke ama imkânsız” diyecek, biliyorum. İmkânsız değil, yeni bir başlangıç mümkün! Ama elbette bunun şartları var.
Bu şartlara değinmeden önce gelin sizinle kısa bir zaman yolculuğuna çıkalım. Düşünün, bundan yirmi yıl sonra adaya gelecek olan yabancı turistler Ercan’a iniş esnasında uçağın penceresinden adamızın eşsiz doğasıyla Lefkoşa’nın yeni finans, moda ve sinema merkezlerini gözlemleyerek Kuzey Kıbrıs’a varacaklar. Yolcu köprüsüyle uçaktan yakında açılacak olan yeni terminal binasına giriş yapacaklar ve havalimanının muazzam iç tasarımı ve dünyaca ünlü markaların ürünlerini satan duty free mağazalara hayran kalacaklar. Terminal binasından ayrılıp Lefkoşa’nın merkezine doğru tramvayla, evet doğru okudunuz hafif raylı sistemle, yola çıkacak ve bu esnada da titizlikle yürütülen çiçek ağırlıklı peyzaj çalışmalarını, otoyoldaki yerli arabalarımızı, yöresel mimariye uygun olarak inşa edilen ve içinde butik mekânları barındıran yeni banliyö kasabaları ve devasa spor komplekslerini görecek, bu manzara karşısında büyülenecekler. Lefkoşa merkezine varmadan önce de uzay istasyonunu andıran ve Silicon Valley tarzında inşa edilen, namı tüm dünyaya yayılmış birçok teknolojik şirketin yer aldığı startup ve bilişim vadisinin yanından geçecekler ve belki de “Demek dünyanın yeni merkezi burasıymış!” diyecekler. Bir sanat merkezini andıran Lefkoşa istasyonuna vardıklarında ise yola devam edecek olanlar Gazimağusa, Girne, Güzelyurt ve İskele trenlerine binme şansına sahip olacaklar. Şehir merkezine gidecek olanlar da istasyonun önündeki yeni yapılan devasa kültür ve kongre merkezinin yanından geçerek otellerine doğru yürüyecekler.
Çizdiğim tablo sadece Ercan Havalimanı ve Lefkoşa merkezi arasındaki olası değişimleri kapsıyor. Bu resimden yola çıkarak Kuzey Kıbrıs’ın tamamının büyük bir evrim geçirdiğini varsaymak zor olmasa gerek. Peki bu tabloyu neden çizdim? Değerli okurlar, çünkü ülkemizin içinde bulunduğu, bizleri körelten bunalımlı ortamdan en azından zihnen bir iki dakika uzaklaşarak ülkenin gerçek potansiyelinin tekrar farkına varmak zorundayız. Aksi takdirde günlük siyasi gelişmeler bizi yanlış yönlere ve umutsuzluğa sevk edecektir, ki toplum arasında hâkim olan ruh hali ne yazık ki böyledir. Şunu samimiyetle ifade etmek isterim ki bırakın Kuzey Kıbrıs’ın yirmi yıl içinde çizilen tablodaki duruma gelmesini, eğer bugün veya önümüzdeki senelerde doğru kararlar alırsak ülkemiz o tablodan çok daha iyi bir konumda olabilir. Evet bu mümkün, bu bir hayal değil! Ama gelelim bunun şartlarına. Tüm bu gelişmelerin gerçek olması için ilk başta kendimizi bazı konularda sorgulamamız ve eleştirmemiz gerekiyor. Biliyorsunuz “Siyasetçi halkın aynasıdır” diye bir tabir vardır. Yani başka bir deyimle halk kendi saflarından seçtiği kişiler tarafından yönetilir. Elbette bu tabir her zaman gerçeği yansıtmamaktadır ve haliyle yüzde yüz doğru değildir. Çünkü seçmen seçtiği kişiyi belki farklı tanımış olabilir veya seçilen kişi seçimden sonra güç zehirlenmesiyle değişmiş de olabilir. Fakat genel anlamda bu sözün doğruluk payı vardır. Şunu unutmamalıyız ki halk bir kişiyi seçtiğinde onun ideolojisini ve en önemlisi de vizyonunu seçiyor. Bunu yaparken de onun karakterini, kritik konularda duruşunu ve mesela liyakate önem verip vermediğini tartıyor. Eğer bu tartımız bizi yanlış sonuçlara götürüyorsa burada bir sıkıntı var demektir. Bunun için de öncelikle kendi alışkanlıklarımızı, dünyaya veya olaylara bakışımızı gözden geçirmemiz ve samimiyetle ülke için gerçekten ne istiyoruz sorusunu dürüstçe yanıtlamamız gerekiyor. Buradan çıkacak sonuçlara göre de bundan sonra ya seçimlerde farklı partilere oy vermeli ya da kendimiz sahalara inip yeni siyasi harekâtlar başlatmalıyız. Kısacası bundan sonra kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliyiz!
Bu tercihimizde özellikle şuna dikkat etmeliyiz ki, ülkeyi zirveye taşıyabilecek olan bir parti veya yeni siyasi oluşumlar mutlaka salt çoğunluğu elde etmelidir. Çünkü aksi takdirde koalisyon hükümetleri, içinde bulunduğumuz kısır döngüyü devam ettirecektir. Daha sonra bu iktidarla sıfır kilometre bir devletin inşa edilmesi gerekecektir. Koalisyon kargaşasını ortadan kaldıracak başkanlık sistemine hızla geçiş yapıp yeni anayasa, yargı ve hukuk sistemini oylayarak hayata geçirilmeli, tabii aynı zamanda da üretim odaklı ekonomik model devreye sokulmalıdır. Bunun yanında devletimiz Türkiye’nin desteğiyle alt ve üst yapı yatırımlara yoğunlaşmalı ve yurtdışına açılmalıdır. Burada açılımdan kastım ekonomik bir açılımdır. Nihayetinde de Kuzey Kıbrıs’ta özel ekonomik ve sanayii bölgeler ilan edilmeli ve yatırımcılar oraya yönlendirilmelidir. Bu süreç içerisinde ortak akıldan faydalanarak yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın görüşüne de başvurulması gerektiğine yürekten inanıyorum. Çünkü oradaki insanımızın bazı olayları farklı pencereden değerlendirerek ülkemize çok önemli katkılar sağlayacağı da açıktır.
Yapılması gerekenler bunlarla sınırlı değil ama yazıyı uzatmamak için son olarak siyasi açılıma daha doğrusu Kıbrıs sorunun çözümü konusuna da kısaca değinmek istiyorum. Önce şunu çok net anlamalıyız ki, Batı durduğu yerden yıllardır milim taviz vermiyor. Son bölgesel ve küresel gelişmeler bunu çok açık ortaya koymaktadır. Mesela bunlar Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne alacağız diye başlattıkları üyelik sürecini on yıllardır sekteye uğratmaktadır. 2016 yılında mülteci antlaşması karşılığı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize serbestisi tanıyacaklarına söz vermiş ama sözünde durmamıştır. Son olarak da İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olması için birçok vaatte bulunmuş fakat antlaşma imzalanınca (ki ben buna en başından karşıydım) hiçbirini yerine getirmedikleri gibi şürekâları da Türkiye’nin Yunanistan sınırına daha fazla askeri sevkiyatta bulunmuştur. Herhalde Doğu Akdeniz’de dönen alicengiz oyunlarına, terör örgütleriyle mücadelelere ve diğer kritik meselelere değinmeme gerek yok.
Konuyu Kıbrıs’a geri getirecek olursak, mesela 50 yıldır devam eden müzakere sürecinde Batı bugüne kadar bize ne kazandırdı? Allah aşkına sürekli federal sistem diye tutturan kesim bizleri uzun vadede bu topraklardan silip atacak Annan Plan’ının Rumlar tarafından bile veto edildiğini neden görmek istemiyor? Bakınız, yeri gelince AB adayı güya tek devlet olarak gördüğünü vurguluyor. Peki, o zaman niçin bugüne kadar Kıbrıs Türk toplumuna dolaylı veya doğrudan gözle görülür hiçbir yardımda bulunmadılar? Aslında bunun cevabını herkes gibi federalist kafa da çok iyi biliyor ama işlerine gelmiyor. Zira bunlar maalesef akıllarını birilerine ipotek vermiş. Tüm verdiğim misallerden varmak istediğim nokta şu: Yeni devletimizin inşasında siyasi bir açılım elbette kaçınılmaz olacaktır. Zira ülkemizin gelişmesi için dünya ülkelerinin bizi dolaylı ve doğrudan tanıması gerekecektir. Fakat “Batı bizi tanır aman bekleyelim” gibi düşüncelerden artık kurtulmamız lazım. Çünkü Batı bizi asla tanımayacaktır. Tanısaydı bugüne kadar tanırdı zaten ve en azından yalandan da olsa bizlere güzel vaatlerde bulunurdu ki buna bile gerek duymuyorlar. Peki o halde kiminle iş birliği yapmalıyız? Bizi tanıyacak olan kesim bellidir: Türk dünyası ve süreç doğru yönetilirse Türkiye’nin girişimleriyle Afrika, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya ülkelerinin yansıra Çin, Katar ve savaş veya ambargolar nedeniyle Rusya. Nihayetinde gelin artık Batı’yla olan kötü deneyimizden ibret alarak veya en azından NATO’da yaşanan son hadiselerden ders çıkararak; bundan sonra doğru tercihler yapalım, süreci hakkaniyetle yürütelim ve bir an önce neticelendirelim.
Bu düşüncelerimle sözlerime son verirken özellikle son yazıma verdikleri destek için her bir okuruma ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum. Sağlıcakla kalın!